15 Kasım 2006

parça 17 : SİYAH KADİFE ELBİSE

(burada şık bir iş daveti/kokteyl/ödül töreni anlatılacak.)

Uzaktan birbirlerini gördüler ve öylece kalakaldılar. Adamın ne yapacağını bilemez halde kolları iki yanına düştü. İkisinin de kalbini önce müthiş bir heyecan, sonra yıllardır bekledikleri korkulu karşılaşma senaryolarının nihayete ermesinin verdiği bir rahatlık kapladı. Erkeğin gözlerinde özlem, çakmak çakmak,hareketsiz dururken, kadın konuşmasına devam etti, baktı baktı ve mucizevi bir şekilde gözlerinde "Seni affettim." diyen bir ifadeyle gülümseyiverdi.

Sanki "Nihayet karşılaştık. Neler yaşadık beraber değil mi?" der gibiydi. Adam da yılların değiştiremediği hayranlığıyla, gülümsemesine karşılık verdi. Tüm yaşadıkları bir anda kafasında ardı sıra tekrar canlandı; kadını ağlatmaları, sebepsiz bekletmeleri, söylediği yalanlar, kadının onu terk ettiğini okuduğu mektup, onu aslında ne kadar sevdiğini ve kalbindeki yerinin hep sızlayacağını anladığı an...

Hep affedilmeyi dilemişti ve duaları bu kadar kolay kabuldü artık. Kadına doğru yürümek için hamle yaptı. Herşeyi anlatmalıydı ona; ne acılar çekmişti o gidince, aslında onu ne kadar çok sevmişti ama... Kadın anladı ve ona daha da gülümseyerek kafasını iki yana salladı "Hayır, gelme." manasında. Durdular. Etraf durdu, dünya durdu, herşey durdu.

Ve sonra kadın, yüzüne en çok yakışan mücevheri gülümsemesi, şarkının değişmesi ile beraber salonu terk etti.

01 Kasım 2006

dize:DENİZLE ARAMDA KİMSE OLMASIN



Deniz kokan bir yerde,
Duvarları kireç beyazı bir odada,
Bir akşamüstü saat beş civarı,
Uykumdan uyanmak istiyorum.

Öylesi bir yer ki,
Uyandığımda rüyayı gerçek,
Varlığını rüya sandıracak kadar.

Yatağım duvar kenarına dayalı.
Genişçe.
Duvarda kare bir pencere,
Yataktan doğrulduğumda
Beyazlığın gözümde kamaşmasıyla beraber,
Pencereden denizi görüyorum.

Deniz öyle uzakta değil ama.
Hatta evle arasında sadece kısa bir kumsal var.
Odam üst katta.

Ben derin bir uykudan kalkıp,
Öyle ki,
Başım ağrımış uyumaktan.
Yani zinde kalkmak değil derdim.
Derdim, uykudan bıkmak.
Aşağıya inmeliyim yüzümü yıkadıktan sonra.

Havlumu da alıp,
Yürüme mesafesindeki denize girmeliyim.

Birileri olsun olmasın dert değil.
Derdim, denizle aramda kimse olmasın.
(ilk yazılış tarihi: Mart 2005)

12 Ekim 2006

günlük karalamalar; GEÇMİŞ YILLAR MUHASEBESİ

Yaz bitti.
Hava kapadı.
Yazma terapisine bayağı ara verdim.
Halet-i ruhiyem karamsarlaştığına göre yazasım gelmiş demek ki.

Bu sayfayı okuyanlar ve beni tanıyanlar "içimizi karartıyorsun" diyorlar. Hatta genel karakterimle bağdaştıramayanlar bile var. Ya da sürekli benimle bağdaştırmaya çalıştıkları için "aman Allah'ım yoksa bunlar gerçek mi" şaşırmacası yaşıyorlar.
Buraya yazarken insanların genelde yaptığının tam tersini yapıyorum; yakınımdakilerle ve günlük olarak görüştüğüm kişilerle paylaşılması daha kolay olan şeyleri buraya yazıyorum. Alakasız insanların tesadüfen arama yaparken bulacakları bu sayfaya, içimde ne varsa ya da senelerdir hep aklımda yüzen ama elime kalemi alıp da yazmadığım, anlamsız ( öte yandan herşeyin bilinç altı kaynaklı olduğunu varsayarsak aslında çok anlamlı olan) diyalogları, hikayeleri kaydediyorum. Nerden gelirler, neden gelirler, nasıl çıkarlar hiç bilmem. Çoğunun benimle alakası bile yok ya da var ben bilmiyorum.

Böyle uzun soluklu aralar verince hep bir geriye dönüş, olayları gözden geçirme ve sonuçlarına bakma isteği doğuyor bende, nerede kaldığımı hatırlamak adına.
Hiç tahmin etmediğim kadar zor oldu şu iki sene. Ömrümden yedi mi böyle bir laf gerçek mi bilmiyorum ama yıprandığımı, sonucunda fikirlerimin bazılarının tam tamına zıttı olacak şekilde değiştiğini söyleyebilirim. Daha da devam ediyor, öyle bir dağıttım ki içimdekileri, bu sefer imkanı yok tek tek toplayıp, eski kullanmadıklarımı atıp, kullandıklarımı ise öncelik sırasına göre katlayıp koymadan ve eksiklerimi tamamlamadan kapatamam.

Memnun muyum bundan? Olmasam ne olacak ki, mantıksız oldu bu soru, geçelim. Daha çok şöyleyim diyebiliriz; lunaparkta sekoline binmişim de indiğimde çok hızdan ya da dönmekten bir tuhaf olmuşum, sersemlemişim, hem yürüyüp devam etmek istiyorum hem de ya çok hızlı oldu bu bir oturup şu halimin geçmesini bekleyeyim, dinleneyim diyorum.

Öte yandan günlük hayat akışım iş değiştirdiğim için yaklaşık son bir yıldır aksine yavaşlamış durumda. Daha telaşsız, stressiz bir hayat akışım oldu ki bu bakımdan iyi oldu, kendime geldim, sakinleştim.

Gerçekten yaşlandım sanırım çünkü özellikle birkaç gündür hayatın sonlu olduğunun ve bu sona gittikçe yaklaştığımın daha doğrusu tam anlamıyla dünyanın fani olduğunun daha çok farkına vardım niyeyse. Çok erken bir farkındalık değil mi bu?

Bir de hep 5 yıllık planlar halinde yaşardım ben, planlıydı ana hatlarıyla yaşayacağım 5 yıl, bıraktım. Yapmıyorum artık.

14 Eylül 2006

Sevdiklerim: Pentagram / SONSUZLUK


Sanırsın dağlarda yol olmaz.
Usanırsın kalbinde güç kalmaz.
Uzanırsın, yarın olmaz.

Zor günlerin ardında huzur olmaz ki.
Her zaman umutlar yön bulmaz.
Yarın olsa da
Beklenen gün olmaz.

Sözlerim gerçektir, yüreğim kardeştir her zaman.
Umudum sonsuzdur, uğraşım bitmez hiç bir zaman.
Geliyor geçiyor hayat, dönüyor durmuyor dünya.

Sanırsın yalnızlık tek dostun.
Aldanırsın.
Kaçmakla bitmiyor hiç bir zaman yalnızlığın.

Sözlerim gerçektir, yüreğim kardeştir her zaman.
Umudum sonsuzdur, uğraşım bitmez hiç bir zaman.
Geliyor geçiyor hayat, dönüyor durmuyor dünya.

ümitsiz günler için...

13 Eylül 2006

parça 16: SIRANI BEKLE


"Eee anlat bakalım, ben ölünce ne yapacaksın?" diye sordu Zeliş, hafif alaycı ama meraklı gözlerle. Sanki ben gidince ne yapacaksın der gibi basitçe kuruvermişti cümlesini.

"Bilmem. Daha düşünmedim." diye cevapladı Nahit.

"Elini çabuk tut, soracaklarını sor. Sonra tüh keşke şunu da sorsaydım diye oturup ağlama." dedi Zeliş bu sefer gülerek.

Zeliş'in günlerinin sayılı olduğunu öğrendikleri ilk günden itibaren ölümü tabulaştırmadan konuşmuş, her şeyi planlamışlardı; miras, şimdi oturdukları ev kalacak mı? At çiftliği ile kim ilgilenecek? Onlardan satın almak isteyen müteahhit firmaya satacaklar mı?
Hastalığın son dönemecine girdiklerinde ise artık birbirlerine sorulmamış sorulara ve söylenmemiş sözlere gelmişti sıra.

Nahit gözlerini kıstı, Zeliş'inin elini sıkıca tutup dikkatlice gözlerine bakarak; "Ben de geleyim mi seninle? Buralarda çok sıkılacağım sensiz." diye sordu.

Zeliş o hınzır espirili yüz ifadesini takınarak,
"Allah aşkına be adam bir kere de gittiğim yere gelme." dedi.
"Sıranı bekle".

parça 10'a ithafen.

06 Eylül 2006

Can Yücel'den

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
Böyle gidiyor işte.
Bir yanımız "kalk gidelim", öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira.
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz.
Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal, ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek, iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki.. .
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır ; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar.
Ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00, akşam 18.00.
Sonra başka mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam amaher bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun... İstemek de güzel.

01 Eylül 2006

burada yayınlanan öykülerin gerçek hayatla hiçbir ilgisi yoktur, daha önce yaşanmamıştır.

parça 15: ÖMÜRLÜK KADIN

Karşımda 60'lı yaşlara merdiven dayamış, yaşının olgunluğunu inkâr etmeyecek kadar makyajını yapmış ve muhtemelen de her yaşta güzel olmasını bilen bir kadın vardı. Babamın söylediği gibi muhteşem ve aynı zamanda insanın içini ısıtan gülümsemesi ile "Hoş geldin. İçeri gelsene" diyerek beni evine buyur etti.
Babamla arkadaşlıkları 30 sene evveline dayanıyordu. O zamanlar babam, saçının dökülmesi nedeniyle yakışıklılığının son günlerini, 30'lu yaşlarının ise ilk günlerini yaşıyormuş. Ülker Teyze'nin ise garip bir çarpıcılığı varmış. İnsanın başını döndürecek kadar güzel değilmiş belki ama bakanın garip bir şekilde takılırmış gözleri. Konuşmaya başladığının 5. dakikasında da insanın tüm ömrü boyunca yanında olmasını isteyeceği bir varlığa dönüşürmüş. Bir prenses zarifliği ve kalbi varmış Ülker Teyze'nin. Yok, gerçek olamaz canım bu kadarı da dermiş insan tanıdıkça. Tek değilmiş de böyle düşünen. Babam ona ilk görüşte vurulmuş, elde edene kadar da bir hayli uğraşmış. Hiçbir zaman anneme söylemediği güzel sözlerle, centilmen hareketlerle kısa zamanda da aklını başından alıp kendine âşık etmiş Ülker Teyze'yi. İlk zamanlar rüya gibiymiş tam anlamıyla. Konuşmadan anlaşırlarmış. Babama kimsenin ona bakmadığı gibi bakarmış, sonrasında da öyle bakan olmamış zaten, annem dâhil. Söylermiş de babam ona çok güzel baktığını. "Bir ömür boyu böyle bakabilirim sana" dermiş o da. Bir cümlesi ya da sabah sesini duyması yetermiş babamın kendisini iyi hissetmesine.

Gel zaman git zaman, babam Ülker Teyze'nin varlığına, ilgisine alışmış. İşlere ve günlük hayata dalmış, onunla ilgilenmez olmuş. Karşısında sıradan bir insan değil bir prensesin olduğunu unutmuş. Anlamaya çalışmış Ülker Teyze babamı. Sormuş, ilgilenmiyorsun diye naz yapmış. Babam anlamaz, bir de azarlarmış bana gereksiz kapris yapma, zaten iş stresli diye. Ülker Teyze dayanmış bir süre. Başlarda tanıştığı günü üzerindeki kazağına varana kadar hatırlayan ve en ince ayrıntısına kadar onun tüm hayatını bilmek isteyen babam, Ülker Teyze'nin doğum gününü unutuvermiş. Tüm gün babamın hediyesini ya da en azından tebrik mesajını beklemiş. Ertesi gün sitem dolu bir not göndermiş babama. Babam kuru kuru özür dilemiş. O bile yetmiş Ülker teyzeye. "Özledim buluşalım" dermiş, babam, "işlerimin yoğunluğunu biliyorsun" dermiş. Bir gün buluşmak için sözleşmişler. Ülker Teyze sevinçli gitmiş beklemeye başlamış. Belki bir aydır doğru dürüst görüşmüyorlarmış. Akşamüstü beş olarak sözleşmişler. Ülker Teyze saat tam dokuza kadar onu beklemiş. Gitmemiş babam. Ülker Teyze çok korkmuş bir şey oldu babama diye. Aramış iş yerinden. Hala işteymiş babam. "Çıkamadım" demiş. Orada bir sitem etmiş Ülker Teyze.
Babam bunlarla da kalmamış o aralar başka kızlarla da görüşüyormuş. Bir tanesiyle mektuplaşıyormuş. Çok merak etmişler birbirlerini. "Buluşalım" demiş kız. Babam hemen tamam demiş. Buluşmaya gitmiş kızla. Döndüğünde Ülker Teyze'den her zaman sevgi dolu notlar yolladığı defterden bir not bulmuş yine. Öbür kızla buluşmuş ve sevişmiş olmanın verdiği doymuşluk ve kayıtsızlıkla açmış notu. "Beni bir daha arama. Bana bir daha mektup gönderme. Ne ölüme ne ölüne." Diyormuş notta. Önce gözlerine inanamamış babam, bir daha bir daha okumuş. İlk başlarda başkaları da olduğu için fazla eksikliğini hissetmemiş babam. Ama günler geçtikçe daha da kötü olmuş. Ölü bir ağaç gibi ne yediğinden, ne içtiğinden, yattığından, uyuduğundan hiçbir şeyden zevk almaz olmuş. Deli gibi mektuplar yazmaya başlamış Ülker Teyze'ye. Telefonlar açmış, sesini anladığı anda kapatmış Ülker Teyze. Babam devam etmiş mektuplara. Allah var, hala çok güzel yazar babam. Nuh dememiş Ülker Teyze. Bir gün sadece "seni çok özledim" diye yazan bir mektup göndermiş babam. Birkaç gün sonra cevap gelmiş. Gözlerine inanamamış. Elleri titreyerek açmış zarfı, mektupta;

"Ben de seni çok özledim. Öyle ki, yanından geçemezsin. Ama sen o treni kaçırdın. Mükemmel olabilme ihtimali olan bir ömür ihtimalini mahvettin. Ne olur böyle, ne kadar acı çekeriz karşılıklı bilmiyorum. Gerçi sen acı çekiyor musun onu bile bilmiyorum. Hatta inanmıyorum sana. Sana olan tüm inancım, hayranlığım, beslediğim güzel duygular, gitti. Sadece eskiye olan bir özlem kaldı içimde. Bir de çok büyük bir yara, ne zaman kapanacağını bilmediğim. Ama kapanacak. Başka çaresi yok bu işin. Hiçbir şey imkânsız değil. Sızlar mı? Sızlar tabi arada, ona yapacak bir şey yok. Üzerine yeni hayatlar kurulur mu? Kurulur elbet niye kurulmasın ama o ihtimal kadar mükemmel olur mu bilinmez.
Yani durum bundan ibaret. Olaylar buraya geldiğine göre hayırlısı buymuş diyelim ki faturası kimseye kesilmesin." diye yazmış Ülker Teyze.

Babam yaşlar içinde bitirmiş mektubu. Sabaha kadar ağlamış. O gün anlamış onu sonsuza kadar kaybettiğini. Ama olmamış yine. Babam yapamamış onsuz. Ömürlük bir kadınmış çünkü. En dosttan daha dost, en bilgeden daha bilge. Babamın konuşmadan anlaştığı, kalbini gerçekten bilen tek kişi. İnsanın hayatında olmazsa olmaz dediklerinden. "Hiç olmazsa dost olalım" diye yalvarmış, bir kere birlikte olduğun insandan dost most olmaz diyen babam. "Her şey için çok özür dilerim hiç çıkma hayatımdan." Demiş. Şaşırtıcı bir şekilde, tüm prensesliğiyle ve zarafetiyle kabul etmiş Ülker Teyze babamın bu teklifini. Ama hep tek taraflı olmuş bu dostluk. Babam anlatmış, o dinlemiş. Babam yardım istemiş, o etmiş. Bir kere bile en ufak bir yardım istememiş babamdan ya da şu derdim var çok sıkıldım dememiş. Babamı böyle cezalandırmış. Babamın hayatında var olarak ama babamı kendi hayatına hiçbir zaman dâhil etmeyerek. Babam çok sonra fark etmiş Ülker Teyze'nin o kızla yazıştığı mektubu bulup onunla buluştuğunu gördüğünü, tam da ona işten çalışmaktan vaktim yok dediği zamanlar. Yani ona rağmen dostu olmuşmuş Ülker Teyze. Babam bunu anlayınca daha da ezilmiş onun büyüklüğü karşısında. Ona olan aşkını hiç yitirmemiş. Her geçen gün daha büyümüş gözünde Ülker Teyze. Yıllarla beraber harika bir kraliçeye dönüşmüş, güzel, olgun, sakin ve vakur. Tam yedi sene yasını tutmuş babam sonra da annemle evlenmiş. Anneme hiç anlatmamış aralarındaki dostluğun neler üzerine kurulduğunu. Ama kadın kalbi hiç seker mi, annem aralarındaki müthiş bağı anlamış. Anlamış anlamasına ama bir gün de sesini çıkarmamış. Bulduğunda böyleymiş babam çünkü. Ne diyebilir ki.

Yani tıpkı Ülker Teyze'nin son notundaki gibi olmuş her şey. Başka hayatlar kurmuşlar babam da, Ülker Teyze de. Mutlu günleri de olmuş ama dediği gibi mükemmel olmamış, birbirini tamamlamamış hiçbir zaman. Ben doğduktan sonra yüz yüze görüşmeyi istememiş Ülker Teyze babamla. Sadece telefonla konuşmuşlar yıllar yıllar boyu. Babam bilmemiş Ülker Teyze ne yapıyor, çocuğu var mı yok mu? Sadece her aradığında karşısında bulmuş Ülker Teyze'yi. Bazen telefona bir çocuk, bazen bir adam çıkmış ama öyle konuşulmamış bir anlaşma varmış ki aralarında, o meraklı babam hiç soramamış ona "kocan kim, kaç çocuğun var" diye. Sadece "Nasılsın?" diye sorabilmiş. O da "Şükür" diye cevaplamış hep.

Bir gün, hem de öylesi sıradan özelliği olmayan bir gün, babam bana geldi ve bir bir bunların hepsini anlattı. Sonra da beni ona gönderdi, ben tam babamla tanıştığı yaşa gelince.

09 Ağustos 2006

Melisa'm çiçek açtı.

01 Ağustos 2006

geçmişe dair özlemler

Herkes zamanın geçmesinden pek bir şikayetçi. Yok "tüh yaz bitiyor" lar yok "aman ömür geçiyor" lar. Hayatımda bu kadar anlamsız yakınma görmedim. Senin hayatının amacı bu zaten. Doğacaksın, ömrünü tamamlamak için bir süre geçireceksin ve öleceksin. İstediğin kadar hayıflan, ağıtlar yak, sonuç aynı.
Hayatımla ilgili herkesin olduğu gibi benim de bir dolu pişmanlıklarım keşkelerim var ama iyi hadi sana bir fırsat verdik, dön tekrar düzelt deseler "aman bırak öyle kalsın. Hiç uğraşamam." derim.
Bir de şu aralar en sık duyduğum laf, "Keşke öğrenci olsam yine." Ben bunu hayal edince "Aman tanrım, hayır, hayır!!" nidaları atıyorum. Belki benim öğrenciliğim öyle olduğu için, belki benim beynim geçmişle ilgili hep öğrenciliği eza ile eşleştirdiği için. Şu anda tam istediğim noktadayım.
Akşam oldu mu iş bitiyor benim için. Eve ödev getirmek yok. Tüm gece senin. Eskiden daha çok çalışır, sabahlamak zorunda kalırdım bir de üstüne para verirdim. Şimdi ise gayet sistemli belirli saatlerde çalışıyorsun bir de üstüne para veriyorlar. Bu para sana yetsin yetmesin, emeğinin karşılı bir nebze de olsun somutlaşıyor mu sen ona bak. Kalender olmak lazım biraz.
Bunlar üniversite hayatımda böyleydi.
E hadi liseye geri gidelim, bizim evde bir kural vardı; akşam ezanı okunmadan evde olacaksın. Gece gezmeye çıkamazsın. Yürüyüş bile yapamazsın. Yapcaksan ya anneni ya babanı razı edeceksin onlar da yorgunluklarını bir kenara atıp seninle bir de senin istediğin yere gidecekler ki senin keyfin olsun. Erkek arkadaş zinhar yasak zaten. O neymiş! Şimdi ise, çıkıyorum işimden, spora mı gitmek istiyorum, gidiyorum, gecenin bir körü çıkıyorum. Akşam sıkıldım mı, yürüyüşe çıkıyorum. Balkonumla uğraşıyorum, istediğim saatte sinemaya gidiyorum. İster kitap okurum, ister sabah üstümden çıkardıklarımı tüm gün toplamam kime ne..

Böyle geçmişi özleyenleri de kıskanmıyor değilim aslında ne güzel özleyebildikleri bir eski zamanları olmuş diye. Sonra da "Benimki de iyi be'" diyorum. Demek ki bir sonraki adımım hiç bir öncekinden kötü olmamış ki geçmişe dair özlemlerim yok.

11 Temmuz 2006

sitem

bi kere de senden evle ilgili bir iş istediğimde itiraz etmeden güleryüzle yardım et be adam.
ben dün gece 01.30 da yattım.

28 Haziran 2006

çaresizlik

Metrodan çıkıp biraz yürüdükten sonra gördüm onu. Üzerinde bana benzer kıyafetlerle çömelmiş, dizlerini karnına çekmiş, nereye koyacağını bilemez şekilde ve yaptığının utancıyla ellerini sürekli sıkı sıkı ovuştururken.

"Çok zor durumdayım" yazmıştı sadece önündeki para kutusunun kapağına, "çok zor durumdayım", kırmızı büyük harflerle, zor yazan bir kalemle. Başka ne bir söz, ne bir hareket. Kafası öyle öne eğik, yok olmak ister gibi. Hiç konuşmasına gerek yoktu. Kutuya cüzdanımdaki bozuklukları bırakırken rüyadan uyanır gibi ani bir hareketle kafasını kaldırıp bana baktığında o gök mavisi gözleriyle kala kaldım. Çakmak çakmak gözleri ve birçok güzeli kıskandıracak kadar duru güzelliğiyle. Boğazımda bir düğüm, aman Tanrım! dedim, nasıl olur bu nasıl? Nasıl böyle bir güzellik, zariflik buraya ait olmadığı bağır çağır belli olan bu kadın..buralarda, hayata karşı diz çökmüş "Çok zor durumdayım" der? Kimdir bunun sorumlusu?

Çaresizlikten alev alev yanan gözlerle bana teşekkür ettiğini okudum dudaklarından sadece, sesi kulaklarıma erişemedi. Baktım, gözlerine....taa içine baktım.. her şeyi anlattı bana. Başka söze gerek kalmadı.

16 Haziran 2006

Sevdiklerim: Gustav Klimt/ THE KISS


Çok severim.

İlk gördüğümde, derste desen kullanımının güzelliği anlatılırken ben, erkeğin kadını kavrayışına hayran olup kala kaldığımı,

Sonra bir keresinde çok yaralıyken bu resme bakıp, "beni böyle sevecek birini istiyorum, böyle kavrayacak, beni hayatımla beraber sarıp sarmalayacak birini" diye düşünüp saatlerce ağladığımı,

Yine saatlerle beraber, resmin her santimetrekaresini incelediğimi ama yine dönüp dolaşıp erkeğin, kadını incitmekten korkarak ama bir o kadar da sımsıkı sahiplenerek öpüşüne takıldığımı bilirim.



Aşk, Klimt'in "The Kiss" 'idir benim için
ve
herşeyi anlatır.

15 Haziran 2006

ruh halleri 1

Mide bulantısı çekiyor ruhum.
Hafif uyuşmuş, safrası yemek borusuna kaçmış,
Yediklerini hazmedemeyip her an geri gönderiverecek bir mide ve bulantısı gibi.

Tahammülsüzlüğüm ondandır.

(ilk yazılış tarihi: 02.06)

dize:AYNI ŞEHRİ SOLUMAYALIM


İlk defa gitmek istedim bu şehirden.
İlk defa dar geldi sokaklar caddeler.

Tüm hayatımı unutup, gördüğüm kötü bir rüya gibi,
Silip her şeyi,
Yeni baştan başlamak istedim.

Geçmişimin olmadığı bir yer bulup,
Adımı bile değiştirmek istedim.

Öyle iğrendim ki senden,
Sorduklarında,
Hiçbir cevabım seninle aynı olmasın istedim.

Aynı şehri, solumayalım!

(ilk yazılış tarihi : 12.04.06/11.22)

30 Mayıs 2006

Sevdiklerim: Can Yücel / HERŞEY SENDE GİZLİ

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun

Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

hiç bir şeyden çekmedim şu ağzımdaki yaralardan çektiğim kadar...

Bir insanın ağzında 6 tane aft, 3 x 3 cm'lik bir alan içinde bu kadar mı çıkar ?

Bu kadar mı can acıtır, uykuları bile kaçırır?

Öyle ki,

Unutturmamak için kendini günlüğe yazdırır...

25 Mayıs 2006

GÜNÜN ÖZLÜ SÖZÜ

Erkek dediğin biraz yontulmamış ve kaba olmalı yoksa doğasında ince kadınsı şeytanlıklar bulundurur ve kadınlar bunları erkeklerde görmeye alışmadıklarından karşılaştıklarında hazırlıksız yakalanırlar.

17 Mayıs 2006

dize:YABANCILAŞMAK / YALANCILAŞMAK


Öyle bir boşaltmışsın ki kendini,
Öyle terk etmişsin ki,
Geride bir çöp bile bırakmadan.
Sonra da...

dize:ORTANCANIN KADERİ


Ne gariptir ortancalar
Ona göre 'bu en büyükleri',
'Bu da en küçükleri' dir hep.
Başta hep bir en leri vardır.
Oysa ortanca,
Öylece,
Usulca,
Ortada,
Ortancadır.
Yalnız.

16 Mayıs 2006

saçma-lamalar 1

Ayyyyy ayyy Cezmi,
Daha çok bekliyCezmi
Ayy ayyy Cezmi
Bize çektirdiğin nazmı

diye bir şarkı vardı bir zamanlar...

10 Mayıs 2006

çözümlemeler

Aşık olurken neye aşık olduğun, (gerçeğe mi yoksa kafanda yarattığın hayale mi) kendinle ne kadar çok yalnız kaldığına ve bu yalnızlığında aşık olduğu kişiyi ne kadar çok düşündüğüne bağlı.
Sanırım sağlıklı olanı, aşık olduğunda onu yalnızlığında kafanda tanımaya çalışmak değil, kendini onun hakkında düşünmeye fırsat tanımayacak kadar bile yalnız bırakmayıp, her anını, nasıl biri olduğuna dair onunla birlikte olarak, onu yaşayarak öğrenmek.
Hiçbir ön yargı ya da yanılsama oluşmasına olanak tanımadan.

Karaindrou'ya ithafen...

(ilk yazılış tarihi: 27/07/05)

19 Nisan 2006

parça 13: BİR TECAVÜZÜN ARDINDAN


" Seni lanetliyorum!
Dilerim yüce Allah'tan, bana biraz değer veriyorsa eğer, kalbini pisliklerle doldursun. Körel. Kalbindeki en son güzel şey, kalbine son uğrayan güzellik ben olayım. Seneler sonra biz seninle bir daha karşılaşalım ve göreyim seni. Bu arada yüce rabbim beni uzaklaştıramasın senden. Hep kurtulmak istedikçe ben karşına çıkayım. Her harama uçkur çözdüğünde, her kadın saçında, her gülüşte ben gelivereyim aklına apansız ve sen bu hayaletle yaşamak zorunda kal. Kalbin sana bir pislik olduğunu haykırsın.
En büyük dileğim Tanrı'mdan, anan, baban ve değer yargılarını kimler verdiyse sana, bu pisliklerini öğrensin ve yüzüne tükürsün senin.
Seninle ilgili en son büyük duam ve lanetim ise hayatında sevenlerinin azalması ve yalnız kalmandır. O ayazı tanıman ve bu buz gibi hissin kalbini o pisliklerle beraber doldurmasıdır.
Seninle hesabımız bitmedi. Ruhum, ruhunu rahat bırakmayacak. Tekrar karşılaşacağız ve sen o arada benim lanetimle olgunlaşacak, bana geldiğin noktada her şeyi anlamış, her şeyden vazgeçmeye hazır olacaksın. Tek dileğin cezanı çekip tekrar insan / âşık / mutlu olabilmek olacak. O anda benim sana benimle beraber kirlettiğin ve kadınlığını öldürdüklerin adına yapabileceğim tek şey, seni cezasız öylece ölü bırakmak, bir daha hiç yaşatmamak için affederek aşağılamak olacaktır."

Lanetin ardından her şey beklendiği gibi oldu. Naime, yıllar sonra mezarına hayatıyla ilgili hiçbir yük taşımamak için karşısında duran Lanet'e son kez baktı, tüm hafifliğiyle gülümsedi ve affetti.

(fotoğrafla ilgili kelimeler: Mazeppa/Bartabas)

18 Nisan 2006

EMİRGAN KORUSUNDAKİ BEYAZ LALE



- " Neyi anlamıyorum biliyor musun; sürüden ayrılmak için yaratılmışsın ama yine de uyum sağlamaya çalışıyorsun."

( fotoğraf: Zait Ak )

17 Nisan 2006

parça 12: DERS 2 / İNSANLARIN SATIR ARALARI

- İyi bir oyuncu olmak için, insanların satır aralarını okumayı öğrenmelisiniz çocuklar. En hesapsız cümleler onlardır. Aynı zamanda sahibi hakkında en çok gizi de ele veren.
Bu size günlük hayatınızda kurduğunuz insan ilişkilerinde de çok şey kazandırır. Okuduklarınızı karşınızdakine söylediğinizde kimi zaman "sobe" lemiş olur ve apansız maskesini düşürüverirsiniz ya da en ihtiyacı olduğu anda ona ait bu cümleleri söyleyerek, "seni görüyorum, farkındayım ve sana değer veriyorum" u başka hiç bir şey yapmaya gerek kalmadan deyiverir, belki de onun için en kıymetli insan olursunuz. Ben mesela en basitinden, değer verdiğim insanlara alacağım hediyeleri hep bu satır aralarından çeker alırım. Bunun yanında bu kısmı iyi dinleyin baylar, hadi sizin cümlelerinizle söyleyeyim, bir erkeğin istediği hatunu tavlamasının en sağlam yollarından da biridir bu, çünkü hatunlar malumunuz kendilerini bilen ve tanıyan erkeklere yani diğer bir deyişle "kadın ruhundan anlayan" larına bayılırlar.

Bu haftaki ödeviniz bu. Buradan çıktığınızda kendinize bir denek seçin ve onun satır aralarını yakalamaya çalışın. Sonra da bir şekilde, ona bu, kendisinin bile belki farkında olmadığı cümleleri söyleyiverin. Bakalım neler olacak? Herkese iyi çalışmalar !

-Abi tapıyorum bu kadına, nasıl bir yaratık bu ya, hem güzel, hem akıllı, hem konuşmasını hem espri yapmasını biliyor. Her ders de bir veciz patlatılır mı ya. "insanların satır aralarını okuyun"! Ben seni okuyayım deyiverecektim az kalsın da zor tuttum. bu kadının kocasını ya da sevgilisini çok merak ediyorum abi.
- Oğlum süper fikir. Madem dikkatini çekmek istiyorsun hatunun, onu seç denek olarak ve şaşırt onu. Zeki kadını ancak böyle tavlarsın oğlum. Dedi ya işte satırlarını bilmem nesini işte oku, sınıfta söyleyiver ona ve "sobe"le.
- İyi de nasıl yapacağım ki ben bunu?
- Ne demek nasıl yapacağım, yuh be bunu da ben mi söyleyeyim sana! Senin gibi bir ekspere! Ne bileyim işte, izle tüm hafta çaktırmadan, satır arası dediği sadece cümle değil herhalde zekanı konuştur oğlum, hareketlerini izle, insanlarla nasıl konuştuğunu falan. Git geyiğine dersle ilgili bir şeyler sor, sana verdiği cevapları tut aklında. Bu sorulara çaktırmadan onun günlük hayat detaylarıyla ilgili soruları da sıkıştır ya da konuyu oraya getir, vesaire.
- Hakikaten lan, afferim be. Aslanım benim.

14 Nisan 2006

!!!!! sret koç , nügub misret koç

dize:CEVAPSIZ

Çok bekledim dün,
Çok şey bekledim
Sanırım problem de bu...

13 Nisan 2006

işte hayat böyle birşey

ayneeeen böyleee..
kimilerine göre alın yazısı ya da kader dedikleri
üzerinden geçmedikçe görünmeyen ve yaşanmak için üzerinden geçilmeyi bekleyen
beyaza beyazla yazılmış hikayeler...

12 Nisan 2006

07 Nisan 2006

parça 11 : İLK DERS

- Mesleklerden en çok zekâ ve bunu kullanma kapasitesi olan aklı gerektireni oyunculuktur çocuklar. Diğer mesleklerde de insan tanımayı gerektiren durumlar oluyor ama hiç birinde kendinden vazgeçmek zorunda kalmıyorsun. Bu sadece yetenekle olamaz. Nasıl bir yetidir ki bu kendini tamamıyla unutup başka bir aksanda, hiç olmadığın bir karakterde, kendini tamamıyla yadsıyarak ve hiçe sayarak yüzünün tüm çizgilerine kadar o rolü ve hisleri yansıtabilmek. Kendini yok varsaymanın en uç halidir oyunculuk. Bu nedenle yeteneğin yanında diğerlerinden sıyrılabilmek ya da hadi bunu hırs ve yarış haline getirmeden söyleyelim, mesleğini en iyi şekilde yapabilmek için aklı da beraberinde gerektirir. Dikkat edin, usta olmuş ve her rolü hakkıyla oynayabilen oyuncular asla sıradan bir zekâya sahip değillerdir. Hatta gazeteciler röportaj yaparken en çok bu tiplerden korkarlar çünkü baş edilmesi en zor olanlar bunlardır. Bir tehdit gördü mü ondan sıyrılması onun için çocuk oyuncağıdır. Akıllı derken iyi insanlardır demiyorum yalnız buna çok dikkat edin. Çünkü bunların kötü niyetli olanlarının hangi role bürünüp seni ne hale düşüreceğini bilemezsin. Neyse, konumuza geri dönersek, size bu mesleğe adım atarken derslerimde yeteneğinizi bir kenara bırakıp, insan tahlili yetinizi ve zekânızı kullanma kapasitenizi geliştirici egzersizleri, bol bol yapacağımızı belirtmek isterim. Hatta ilk ödeviniz en zor olanı. Bunu, sene sonunda bir kere daha yapacaksınız ve aradaki farkı sizinle dönem sonunda büyük bir keyifle tartışacağız. Evet, ilk ödevinizi veriyorum; akıl hastanesine gidip kendinize, zararsız olanlarından yalnız, bu çok önemli, bir hasta belirliyorsunuz ve onu gözlemleyip geliyorsunuz. Size içeri girmenin ve hastane yönetimini buna ikna etmenin yöntemini falan da vermeyeceğim. Her şey sizin kabiliyetinize kalmış. İyi şanslar!

Ders bu konuşmayla başlamış ve bitmiş, Naime de tıpkı diğerleri gibi bu sıra dışı hocadan çok etkilenmişti. Kapıdan çıkarken iki kızın kendi aralarında konuşurlarken "Duydun mu kötü niyetli olanlarından bahsetti. Demek ki başına bir şey gelmiş ki böyle konuşuyor." dediğini duydu. Kız şimdiden karakter tahliline başlamış, hocanın ders anlatırken kurduğu cümleden yaşadığı deneyimi hissetmişti. Umutsuzluğa kapılarak, "Ben sanırım en sonuncu olacağım bu derste." diye iç geçirdi.

25 Mart 2006

dize: ZİFT

Canım sıkkınken,
Çok çekilmez olurum.
Kimisi öyle değildir.
Somurtması bile sıkmaz insanı.
Benimse yüzüm karardığında,
Karşımdaki de kararır benimle.
Hiç kimseye tahammül edemem, kendime bile.
O yüzden de çok fazla somurtmam.
Çünkü kimden sıkılırsan ondan uzaklaşırsın da
Kendinden sıkılmanın çaresi nafiledir.

Ama bu sefer zift gibi sıkkınım.
Öyle ki, çevremdekiler yetmedi,
Bir de hava karardı, içim gibi.

18 Mart 2006

Önce sahiplenir misin?
Yoksa ait mi olursun?

Hangisi öncedir?

17 Mart 2006

parça 10: MEKTUP


"Ben öldükten sonra ilk cuma," diye başlıyordu mektup, "...çocuklar gittikten sonra keşfettiğimiz yere yemeğe gideceksin, her Cuma akşamı yaptığımız gibi. Nasıl da bulduk bu yeri değil mi?Çokbilmiş cimcimeler bir de onlarsız çok sıkılacağımızdan endişe ederlerdi. Hâlbuki seninle biz hiç birbirimizden sıkılmadık. Farklı olarak, bu sefer kravatın biraz yana kaymış ve gömleğinin yakaları düzgün olmayacak çünkü ben bağlamamış olacağım. Ama sen her zamanki gibi olmaya çalış olur mu? Sana her Cuma tekrar âşık olduğum gibi.

Yemekten sonra yatağımıza yatarken başucumuzdaki teypten şarkımızı çalmayı sakın unutma. Beraber sarılıp yattığımız, senin benim saçlarımı okşayarak sözlerini mırıldandığın. Ah bebeğim, 30 yıldır evde olduğumuz her Cuma ben şarkının ikinci nakaratını senden hiç dinleyemedim. O tatlı uykun hemen alırdı seni benden. Ben de şarkı bitene kadar senin o güzel yüzünün her santimetrekaresine ikinci nakaratı söylerdim. Son zamanlarda o kırışmış yüzünün her çizgisine şahitlik ettiğim yüzüne bakıp gözlerimden yaş gelmesini engelleyemeden uykuya dalardım."

Nahit, her Cuma beraber yaptıkları her şeyi tam onun dilediği gibi yaptı. Gerçekten de kravatını düzgün bağlamayı becerememişti. Restauranta gitti, usulca yemeğini yedi ve yürüyerek eve döndü. Pijamalarını giydi, yatağa yattı ama dayanamadı, kalktı. Salondaki tüm yastıkları yatağa getirdi ve sanki o orada yatıyormuş da arkasını dönmüş gibi görünsün diye yastıkları yatağın sağ tarafına dizdi ve üstüne yorganı çekti. Elinde ona yazdığı son mektup, yatağa tekrar girdikten sonra teybin düğmesine bastı ve karşısında Zeliş varmış gibi şarkıyı mırıldanmaya başladı. İlk nakarat bittiğinde gözündeki yaşları daha fazla tutamadı Nahit. Bu sefer o ağlıyor, gözünde yaşlar, teypte şarkının son mısraları, Zeliş'ine onu her zaman çok seveceğini söylüyordu.

(ilk yazılış tarihi: 15.03.06)

13 Mart 2006

Bir gün daha bitmek üzere...

Bunu yaşanmışlıklar hanesine + mı
Hayata - diye mi kaydetmeliyim?

28 Şubat 2006

acaba + zaman = keşke

acabalar + keşkeler = hayat

dize: SEVİLESİ ZOR YA DA HER ŞEYE RAĞMEN

Ben hep sevilmeyeni sevdim,
Ya da sevilmesi zor olanı.
Sevebilmek için verilen emek çok olunca,
Daha bir kıymetli mi oluyor nedir?
Ya da ben de
Sevilesi zor, bir varlık olduğum için midir?
Bilmiyorum.

Güzel olanların hemen kapıldığı,
Geriye kolu çıkık ya da direksiyonu kırık oyuncakların kaldığı yerde,
Ben hep, geride bırakılanları sevdim.

Çıkık olmayan kolundan başladım sevmeye,
Ya da güzel boyalı gövdesinden.

Kırık direksiyonuna rağmen,
Çıkık koluna rağmen,
Her şeye rağmen sevdim onları.

Hayalimde tamamladım eksiklerini.
Ya da görmezden geldim.

Sonra onlar da o hayale inandılar
ve
Gittiler.

Ama külkedisi misali,
Hayal benim hayalim olunca,
Eksiklerine dönüverdiler.

Anlamadılar.

Hikmet bende değil ki,

Hayalde.

22 Şubat 2006

parça 9: SON SÖZLER ve LEYLAKLAR

Yaşlı Kadın hasta yatağında; "Keşke haklı olmasaydım hiç". Dedi.

Sonra buruk bir gülümsemeyle gözleri dolu dolu, "Hayat bana hep haklı ama mutsuz olmayı öngördü.." diye başladığı söze devam edecek oldu ama gözlerinin dolusu yüreğini de doldurmuş olacak ki durakladı. Bir süre sessizlikten sonra, "Herkes yaptıkları için özür diledi ve haklısın dedi ama..." dedi, sonra cümlesini tamamlamaktan vazgeçip ani bir hareketle gözlerindeki yaşları silerek, "Neyse.. Şükür geçti bitti hepsi. Tükettim en sonunda buradaki günlerimi ve nihayet sonuna geldim. Ne büyük ezaydı Rabbim, dünyadan çekip gitmek isteyip de günlerini doldurmak zorunda olmak." diyerek tamamladı sözlerini.
Elimi tuttu, kalbinin tüm sevecenliğiyle gözlerini gözlerime dikerek, "Sen sakın benim gibi olmaya kalkma olur mu? Olabildiğince subjektif, kendini kayıran, şımarık biri ol her zaman. Bırak haklı çıkmayı, hep sen özür dileyen ol. İnan insan daha mutlu oluyor."

Tüm hayatını özetleyen bu tavsiyesini hiçbir zaman unutmadım. Bir bahar günüydü onu hastanede ziyaret ettiğimde ve başucundaki leylaklar mis gibi kokuyordu. O zamandan sonra ne zaman leylak koklasam aklıma gelir, burulurum.

19 Şubat 2006

deneme 2: EKSİK Mİ TAMAMLAYAN MI?

Bazen hayatında bir eksik vardır.
Tamamlanmamışsındır.
Sende eksik olan sende değildir.
Gün gelir..... O eksik tamamlanır.
Kafandaki karmaşa diner.
Bir sakinlik.
Her şey gider kendi çözümünü bulur kendiliğinden ve sen başlarsı hayatını yeniden düzenlemeye.
Acaba ben eksik olan mıyım tamamlayan mı?

(İlk yazılış tarihi: 07.10.00 17.51 )

17 Şubat 2006

parça 8: FİNAL


Ne olacak benim sonum?
Peki, aslında gerçekten bir 'son' um olacak mı?

Yoksa başlangıcıyla bitişi farksız, öyle bir şey mi olacağım?
'Bir şey' olabilecek miyim peki?

O kadar zor ki bu;
Hayatını bir şey olmuş olarak bitirmek.

'Olmuş' olabilecek miyim acaba?
Offf bu daha da zor..

Derdim ne ki benim?
'Ben' olabilmek.

Sadece,
Hepsi,
Her şeye rağmen,
Bir 'ben'.

(ilk yazılış tarihi: 10.02.06)

çalışmalar: ANNEMİN İLK KARAKALEM ÇALIŞMALARINDAN...

15 Şubat 2006

diyaloglar - PSİKOLOGLA AŞK MAĞDURU;AŞKTA GURUR ve ONUR

- Gurur, yapmaktan utandığın kendine yakıştıramadığın şeylerdir. Aşkta gurur olmaz. Olursa aşk olmaz zaten. Onur ise sensindir. Seni temsil eden, seni sen yapan şeyler. Aşkta gurur olmaz. Zaten âşık olunca yaptığın her şeye şaşarsın. Ne olabileceğini görürsün âşık olunca. Her iki anlamda da. Mutluluğu da mutsuzluğu da aşırıdır aşkın. O yüzden aşktır zaten. Seni harika bir insan yapar ve acısında da yerlerde paçavra eder seni. Bilirsin, her yerde de böyle anlatılır ya zaten. Ama ne olursa olsun kendine yabancılaşmamak adına onurundan ödün vermezsin, vermemelisin. Bunlar seni sen yapmaktan uzaklaştıran şeylerdir. Aşk acısı geçince hastalıktan kalkmış gibi olursun sadece. Halsiz ama sensindir yine, hatta daha güçlü, tabi eğer onurunu zedelemediysen. Eğer zedelediysen hastalığın iyileşince kendini tanımakta zorluk çekersin. Bir kaybolmuşluk hissi peyda olur. Kendine gelmen çok çok daha zordur, bazı hallerde yoktur da geri dönüşü, eski halini özlersin. Yani aşkta gurur olmaz ama onursuz da sen olmazsın.

Daaaan etti kafasına bir şey bunları duyduğunda. Kalbi sıkıştı, daraldı. Demek ki o, aslında hiç âşık olmamıştı. Tamam, ağlamıştı günlerce üzüldüğünde ya da fiziksel acı çekmişti gidenin arkasından ama asla asla 'geri dön' diye yalvarmamıştı. 'Dön' bile dememişti hatta kimsenin ardından. Onu istemeyeni o hiç istemezdi, her zaman böyle olmuştu bu onun için. Onun hayatında 'ne olursa olsun ona ne yaparsa yapsın ille de o' diye bir anlayış hiç olmamıştı. Nasıl bir duyguydu acaba bu? Çok üzüldü sonra. Demek ki o gerçekten, tüm kalbiyle hiç aşık olmamıştı, gururunun önüne geçecek kadar kimseyi istememişti. Yoksa gururu onun onuru muydu?

10 Şubat 2006

parça 7: TERK EDİLİŞ

- Bir erkek seni istemedi diye sen kendinden niye vazgeçiyorsun ki. Böyle saçma şey mi olur? Hadi kalk giyin, üzerine şu sana çok yakışan yeşil kazağını giy, kuaföre gidiyoruz. Beyazların çıkmış bir sürü dipten. Namussuz herif sadece senin kendine güvenini değil saçının rengini de çalmış. Niye bunu kendinize yapıyorsunuz anlamıyorum ki. Erkeği de böyle bu devrin kadını da. Geçen gün Burak'a gittim onda da bir ağlamalar bir içmeler, kendinden geçmeler, bir karış sakal. Neymiş, Gül onu istemiyormuş. İstemiyorsa istemesin. O istemedi diye sen cezalı mısın yani? Sen beni istemiyorsan ben de seni istemiyorum diyeceksin. Gururlu ol biraz canım!


- Senin için söylemesi kolay. Hep böyle oldun sen, hep başın dik gezdin. Yaradılışın bu. Benden sen olmamı bekleme. diye güç bela fısıltıyla mırıldanma arası konuşabildi Filiz.


- Bak bebeğim, en sert gözükenler en kırılmaya yatkın olanlardır bunu unutma. Ben anamın karnından böyle de doğmadım bunu da unutma. Hayat herkesi başka şekilde terbiye ediyor. Konu şu anda ben olmadığım için bunu burada kapatıyorum yoksa bir anlatırım, oturur bu sefer benim için ağlarsın.
Sen hayatımda gördüğüm en sevilesi varlıklardan birisin. Seni çiçek gibi yetiştiren her şeyden sakınan annen baban senin üzerine böyle titrerken kimsenin seni bu kadar üzmesine yaralamasına izin verme. Tamam üzül, ağla, yasını tut gidenin ama bu kadar da değil be canım!Hani Allah inancın olmasa canını da vereceksin, tam olacak saçma sapan. Hadi bak, kuaförden sonra süper bir fuar varmış ona götüreceğim seni. Ağaç İşleme Makinesi Fuarı. Bayılacaksın, fuar delisi seni.

Gerçekten de kuaförden sonra Filiz fuara gidince o ruh halinden çıkmış, şimdiye kadar en ufak bir fikri olmayan ağaç işleme ve yan sanayi hakkında olan tüm makineleri, aletleri hayretler içerisinde ve büyük bir ilgiyle inceleyip tek tek tüm fuar stantlarını gezerek Aslı'yı canından bezdirmişti. Filiz'in yüzünde, bilmeyene son derece sıkıcı gelen bir fuarda değil de sanki lunaparkta ya da bir alışveriş merkezinde geziyormuş sevinci vardı. Aslı?yı hep şaşırtmıştı bu yönleriyle. O, annesinin babasının kuzusu, çıtı pıtı, sesini bile zor yükselten kızın en sevdiği şeylerden biriydi fuar gezmek. Bu merakı onun ciddi bir genel kültür birikimine sahip olmasını da sağlamıştı. En umulmadık zamanda EMAR cihazının performansından ya da iplik dokuma makinesinin bakımında hangi yağın kullanılması gerektiğinden bahsedebilirdi ki erkekleri en çok cezbeden yanı da buydu zaten, karşılarında onlara sıkıcı gelen işlerine ait bilgileri onunla paylaşabilecek bir kadın bulmak.

(illustrated by Halime Keskin)

08 Şubat 2006

vesikalık

http://images.southparkstudios.com/games/create/

önemli kararlar : 2

kararımı verdim...

önemli kararlar : 1

kararımı verdim...

(ilk yazılış tarihi: 08/01/06)









genel ruh halleri: YAŞAMAK MI ÖLMEK Mİ

Ne zaman başladı bu ölüme sevdam, hangi ara vazgeçtim hayattan hiç bilmiyorum. Öyle kimsenin yaşamadığı, ağır acıları da tatmadım ama tek bildiğim beni hayata bağlayan hiçbir şeyin olmadığı.

Uzuncadır böyle bu.

Biri gelse, "Tamam, bitti. hadi bırak herşeyi. Gidiyoruz." dese, tek bir saniye düşünmem, duraklamam bile. Ne varsa elimde, fırlatıp atıp yere, koşa koşa uzaklaşırım hem de hiç arkama bakmadan.

O kadar imreniyorum ki ne olursa olsun yaşamak isteyenlere.

Ama olmadı mı olmuyor meret işte.

(illustrated by Halime Keskin)

kendi kendine verilen sözler 1 : VENEDİK




Seneye şubat ayında Venedik'e gideceğim, festivale...

31 Ocak 2006

görüş: BABA - OĞUL

Nasıl ana- kız ilişkisi için 'anasına bak kızını al' ise, oğul-baba arasındaki ilişki de aynen öyle. Evlenmeden önce mutlaka babayı kontrol etmek lazım. İstisnalar hariç, erkeğin en kendine bir şey katamamışı babasının kopyası oluyor çünkü. Karbon kopya gibi.

25 Ocak 2006

diyaloglar - YOK OLUŞ

erkek: - Beni hiç sevmiyorsun ama zerre kadar önemli değil çünkü ben de kimseyi sevmiyorum artık. Anamı, babamı, kimi getirsen önüme fark etmez. Tüm dünyamda kime ne kadar sevgi verdiysem hepsinden alıp sana verdim, öylesi sevdim seni. Allah belanı versin.

kadın: - ......

parça 6: TUTKU

Onu dinlerken, ilk defa birine o istemese bile kölesi olacak kadar tutkuyla bağlanmanın ne olduğunu hissetti ve hiç hoşuna gitmedi. Asla olmamalıydı bu. Şimdiye kadar yaşadığı ilişkilerde hiç istenmediği ya da terk edildiği olmamıştı. Ölüm sayardı bunu. Ölürdü çünkü gerçekten de. Gururu onun için her şeyiydi, ruhuydu. Giderse, geriye hiçbir şeyi kalmazdı. Kafasını, kaldırım taşlarıyla beraber yoğurduğu düşüncelerinden kaldırdı, onun gözlerine baktı ve pıt diye düşüverdi içine. Sonra onun da aynı korkuyla yandığını gördü düştüğü yerde. O da "Beni bırakırsa yaşayamam, ölürüm" diyordu. Bocaladı, çırpındı, sendeledi ve daha fazla dayanamayarak tüm ağırlığıyla gururunu onun derin gözlerinden içeri, aşağıya bırakıverdi.

hayatıma yön veren öğütler: NEFRET

"Kimseden nefret etme bir tanem ve bunlar yüzünden hayata küsme. Çok ağır bir yük bu. İntikam almaya falan da çalışma. Bu enerjini, her zaman onlardan daha iyi olmak için kendini geliştirmeye harca. Bir süre sonra onlar senin onlardan daha iyi olduğunu anladıkça seninle tekrar arkadaş olmak isteyecektir. Unutma ki kimse isteyerek kötü olmaz. Bu yüzden senin canını bilerek ya da bilmeyerek kim acıtırsa onunla arana mesafe bırak ve senin canını acıtamayacak mesafeye gelene kadar da ondan sessizce uzaklaş ama nefret etme. Böylece zaman geçip de o hatasını anlarsa ve sen onu kaybetmek istemediğine karar verirsen aradaki mesafeyi azaltabilirsin. Yok, eğer onun sana zarar verdiğine kesin karar verirsen sessiz kayıtsızlığın ve mesafenle onu sana zarar veremeyecek hale getirir ardından yine o anlamadan hayatından çıkarırsın. Böylece o bunu fark edip sana geri gelmek ya da daha çok zarar vermek için harekete geçene kadar sen mesafeyi çoktan aşılmaz hale getirmiş olursun ama bunu yaparken ona kötülük yapmadığın için de onun elinde sana karşı kullanabileceği bir silah olamaz."

annem: 1992/ilkbahar

parça 4 : AĞAÇ


İlk o zaman olmuştu. Adadaki o ıssız korulukta. Bankta sevgilisiyle otururken, bir anda korudaki ağaçlardan biri oluverdiği ve seneler öncesine gömdüğü bu garip anıya, belleğindeki tüm ayrıntılarıyla geri döndü.

Sevgilisiyle sevgili olmanın gerekliliklerinden olan o abuk subuk ve boş konuşmalardan birini yapıyorlardı. Sevgilisi kendi elleriyle yaptığı şımartılmışlığıyla ve tüm kibriyle bilmiş bilmiş konuşurken bir süre ona ve söylediklerine dikkatini vermeye çalıştı. Derken hemen önünde duran uzun kavağa takıldı gözü. Görebildiği her noktasına baktı ağacın. Baktı, baktı, bakarken bir anda sevgilisinin anlamsız konuşmalarını duymaz oldu ve zaman duruverdi. Derin bir nefes çekti ve "oh" dedi. Nefesini çekerken ağaç da onu içine doğru çekti sanki. Köklerini, yapraklarını, gözenekleriyle suyu çekişini ve suyun içindeki ilerleyişini ve rüzgârı tüm benliğiyle hissetti. Sonra o duran zaman büyük bir hızla ivmelenerek geriye gitmeye başladı; kış, sonbahar, yaz, ilkbahar... Seneler... Asırlar. Gördükleri inanılmazdı. Derken zaman birden tam tersine döndü. Yaprakları sararıyor, dökülüyor, yerine yenileri çıkıyor, gövdesi kalınlaşıyor, banka insanlar geliyor, gidiyor, kuşlar, adadaki sahipsiz atlar, herkes gelip gidiyor, bir o kalıyordu, diğer ağaçlarla birlikte. O ise gittikçe kalınlaşan gövdesi içinde, telaşsız, her ağacın kendisine özgü olan melodisi ve ritmiyle salınıyordu. O kadar huzurluydu ki.
Sonra bir anda girdiği hızla geri dönerek ağacı bırakıp, etten ve kemikten olan bedenine geri döndü. Ansızın bitivermişti. Sevgilisine baktı büyük bir hayretle. Hiçbir şey anlamamıştı ve hala konuşuyordu. Anlatsa inanmazdı. İnansa bile onunla olayın heyecanını ve güzelliğini paylaşmak bir yana kendisini dinlemediği için üstüne bir de kızardı. Canı müthiş sıkıldı. Kafasını sertçe yukarı kaldırdı ve sevgilisinin sözünü keserek "Hadi gidelim." dedi.

(illustrated by Halime Keskin)

günce - AMELİYAT

Dün gece yağan karın cazibesine ve içimdeki huzursuzluğun yarattığı enerjiye daha fazla dayanamayarak gecenin 22.30?unda saten pijamalarımın paçalarını çizmemin içine öylesine tıkıştırıp atkı ve bere bile almadan dışarı çıktım. Önceleri sakin sakin yürüdüm. Sonra çocukluğumu hatırlayarak kimsenin bozmadığı kar birikintilerinin kimisinin tam ortasına zıplayıp kimisine tekmeler atarak onları bozma oyunu oynadım. Yapılıp ardından kafası koparılmak suretiyle zarar verilen bir kardan adamı tekrar hayata döndürdüm. En son nefes nefese kalıp durulduğumda annem düştü aklıma ansızın. ?Yarın, bu beyaz kışta, beyazlar giymiş doktorlar, beyaz plastikten eldivenleriyle onu kesip biçecekler. Kaburgalarını kesip o minik güzel kalbine ulaşacaklar. Sonra her bir odacığında babamın, ablamın, benim ve kardeşimin oturduğu bizi oradan geçici bir süreliğine çıkarıp odalar arası kapıları yenileyecekler. Tadilat bitince de bize alın bunu eski haline getirin diye geri verecekler.? Diye düşünürken evin önüne geldim. Omuzlarım iyice düşmüş yürürken üzülerek çocukluğumdan kalan kar ile ilgili tek ortak noktanın eve girdiğimde yüzümün ve açıkta kalan her yerimin alev gibi yakması olduğunu fark ettim.

24 Ocak 2006

parça 3 - İLK ROL

İlk rolü yok denecek kadar azdı. Sahnenin ortasına kadar geliyor, ona bir şey soruyorlar ve o da üstü hüzünle örtülü bir bakış fırlatıyordu. Endişeyle, kendi kendisine mırıldandı;
- Üstü hüzünle örtülü bir bakış.
- Nasıl atılır ki bu?
Habib soruyu duymuş ve hemen yanına seğirtmişti. Gülümseyerek,
- Çalışmak mı lazım? Diye sordu. Ardından,
- Hiç gerek yok. Bak, onun gözlerine, epeydir var, her şeye ve herkese karşı. Diye ekledi.
- Gerçekten de öyleydi. Bana göre hep öyleydi, onu Habib kadar eski tanımadığım için. Geldiğimde öyle buldum onu. O yüzdendir, hikâyesini hala bilmem. Sonraları, yıllar geçip bir bir yaşadıktan sonraları, o hüznün ve üstünü örttüklerinin ne olduğunu tek tek anlıyorsun ve buna da yaşanmışlık diyorlar.

17 Ocak 2006

sevdiklerim: FİKRET OTYAM

kişiler: BABAM

Babamı anlayabilmek ve onunla gerçekten arkadaş olabilmek için onun benim büyümemi beklemesi gerekti. Her yaşta arkadaş olabileceğim ve çocukken benim seviyeme inip tüm sorumluluklarımı paylaşan bir babaya sahip olma lüksüne erişemedim. Yani aslında çoğunluk Türk çocuklarının sahip olduğu bir babaydı benimkisi büyürken. Ama bizde olay büyüdükten sonra başladı. Onun aslında hepimizden daha da çocuk olduğunu kavrayıp her daim canının oyun arkadaşı istediğini keşfetmemle beraber ilişkimiz şimdiki keyfine erişti. Arada genel olarak ömrün gidişatına göre zaman zaman büyümek zorunda kalıp üzülsek de mecbur olmadıkça yapmıyoruz bunu. Tabi benim bu Nirvana seviyesi diyebileceğim anlayış çerçevesini kurmam ve genişletmem epey bir sancılı oldu. Benim erkek çocuğu olmadığımı anlayana kadar ki geçen sürede ufak tefek olanlar hariç (bir kere eşek sudan gelinceye kadar dayak yemem) hemen hemen problemsiz geçti ilişkimiz. Hatta ikimizin de keyifle anlattığı, geceleri herkesi yatırıp ikimizin aynı tekli koltuğa sığışıp buz pateni yarışmalarını ya da olimpiyat oyunlarını seyretme ritüellerimiz bu dönemlere rastlar. Ama ben büyüyüp de cins ayrımımın farkına varınca, hele hele bir de utanmadan mini eteklere, bikinilere özenip akşam dışarı çıkma istemelerine başlayınca arızalar da baş göstermeye başladı tabi.

önemli anlar - 1

yarın Michael Graves ve şürekasıyla toplantım var ve üç gün boyunca da sürecek. Çok heyecanlıyım.

06 Ocak 2006

parça 2 - MUCİZE

- Yaaaa vallahi bu sefer ki farklı Amca yaaa. Neden inanmıyorsun, gerçekten âşık oldum. O kadar tatlı ki.
- İyi de yavrum gülüm, tabi bir öncekinden farklı olur bundan doğal ne var, adı üstünde en sonuncusu bu, bir öncekilerle aynı olamaz ki.
- Aman ya, neden böyle söyleyip hevesimi kaçırıyorsun ki, bir daha da sana gelip anlatırsam.
- Ne var be yavrum ya, sonra günler geçtikçe seni üzüyorlar, benim de onları üzesim, böyle Yadigar'ı kaşıdığım gibi kaşıyasım geliyor fena halde. Benim tek derdim tasam bu. (Derin bir nefes alıp kaşağıyı diğer eline alarak) Peki, söyle bakalım nesi farklı senin için?
- Bana hiç kimsenin daha önce bakmadığı gibi bakıyor.
- Nasılmış bakalım o bakış?
- Sanki gözlerine inanamıyormuş gibi, sanki dünyanın yedi harikasından biriymişim, ya da gerçekleşeceğine inanmadığı ama karşısında öylece duran bir mucizeymişim gibi.
- Bak seeeen. Bunları o mu söyledi sana?
- Hayır işte, güzel yanı da o ya zaten, böyle hissettiriyor bana.
- Bak bu gerçekten güzelmiş işte. Ya bundan bir önceki sana nasıl bakıyordu?
- Islak köpek bakışı derdim ben ona, isteyip de bir türlü alamadığı bir oyuncağa bakar gibi ağlamaklı bakardı bana. İçten içe sinir olurdum ama kırılmasın diye de söyleyemezdim.
- Peki, sen ona nasıl bakıyormuşsun hiç söyledi mi?
- Tarif etmedi ama daha önce kimse ona öyle bakmamış. Çok güzel bakıyormuşum.
- Yadigâr huysuzlandı biraz, ben yapayım mı belki sakinleşir.
- Yok, havalar ısındı ya mevsimi geldi, çiftleşmek istiyor zilli, huysuzluğu ondan. Bakma sen.

dize - İNTİHAR

Yine intiharımın eşiğine geldik.
Her gün buradan geçerken ben, ruhumu bu uçurumdan aşağı atıp öyle gidiyorum eve.
Bir çuval gibi,
Bir çöp gibi,
Bağıra bağıra atlıyor her seferinde.
Ve ertesi güne tekrar doğuyor.
( ilk yazılış tarihi: 06 / 08 / 2005 )

04 Ocak 2006

parça 1 : KISKANÇLIK

'Bak, şimdi söyleyeceklerime kızmak yok. Sen çok zeki, aynı derecede çekici, insanları kültürünle etkilemeyi becerebilen birisin ve ileride çok çok yükselme şansın var ama;
Şu kıskançlığın tüm o zekâ pırıltılarını bir anda yok edip sığlaştırabiliyor seni ve o anda bu zehirlenmiş halinle, yaptıklarınla, kendini aptal durumuna düşürüyorsun. İşte bu yüzden, belki de sırf bu yüzden, hiçbir zaman istediğin yere gelemeyeceksin tam olarak. O kıskandığın, yerinde olmak istediğin insanların sahip olduklarını ele geçirmeyi istemek yerine kendi değerlerini yaratmalısın. Bu tavrın senin gençliğinden de kaynaklanmıyor maalesef. Bazı kötülükler yaşsızdır, ezelden beri cehennem dolabında kapalı durmaktadırlar ve insanlar da ezelden beri onları oradan alıp kullanıp tekrar yerlerine koyarlar. Maalesef ölümlü oldukları için hiç biri sonsuza kadar kullanamaz. Bu nedenle döneceği yer cehennemdir bu kötülüklerin? İyisi mi sen bir an önce vazgeç istersen bu kullanımlardan ve tek derdi kendi olan biri ol, yoksa sonsuza kadar kaybedersin, öldükten sonra bile.'

Dedi ve kurduğu bu cümlelere kendisi bile inanamadı. Bundan sonra yapabileceği tek şey, bulunduğu ortamı terk ederken herkesin içinde rezil ettiği kişiyi ve içinde rezil edilen herkesi arkasında bırakmak ve onlara sırtını dönmenin ne kadar da yanlış ama gerekli olduğunu bilerek gitmekti.

(ilk yazılış tarihi: 07/06/2005)

diyaloglar - EVLİLİK OYUNU

- erkek: Aaaa bunları vermeyi unuttuk yine. Ayıp oluyor çocuğa, hiç sevmem ben. Yarın unutmayalım.

- kadın ( erkeğin bencilce, ben sevmem kimse yapmasın diyen cümlesine kızarak..): Unutma o zaman.

- erkek: Ne demek unutma. Unutmayalım dedim.

- kadın: Unutmayacak olsam bugün unutmazdım. Madem sevmeyen sensin sen unutma.

- erkek: Bu mu cevap yani? Ben biz diyorum sen ben diyorsun. Peki aşkım unutmayalım, denir, tamam hatırlamaya çalışırım denir..

- kadın ( sinir bozucu soğukluğunu koruyarak, geçmişte erkeğin ona böyle şeylere karşılık söylediği cümleyi hafızasından çıkarıp söyler): Ben hep senin istediğin cevapları vermek zorunda mıyım?

- erkek: Ben senin istediğin cevapları vermediğim zaman hatırlatırım sana bunu.

- kadın ( sıkılmış ve yenilmişlikle): Ben o cevapları aramamayı öğrendim artık.
Son beş dakikadır boşuna konuşuyoruz. Ne gerek var bu kadar uzatmaya bu konuyu?

- erkek: Hayat boş zaten ona bakarsan.

- kadın: Evet, özellikle seninleyken.

- erkek: Ne dedin sen?

- kadın: Boşver.

dize - UKTE

Ankara!
İçimde ukte kalan şehir..
En güzel yeri İstanbul'a dönüşü deseler de
Boşver sen İstanbul'u.

O sevilmesi kaçınılmaz, her zaman al benisi olan şık şıkırdak kızlar gibi.
Sen ise sendeki tılsımı ve iç huzuru sadece bakanın gördüğü,
İlk anda fark edilmeyen,
Ama tattıkça, tanıdıkça, vazgeçilmez olan bir aşksın benim için.
Ağzımın tadıyla,
Gönlümün dolusunca yaşayamadığım,
Ve tüm böylesiler gibi bir parçamı öldürüp sana verdiğim,
O yüzden de sensiz eksik kaldığım şehirsin.

Bunu herkes böyle bilsin.

(ilk yazılış tarihi: 17/08/2005)