05 Ocak 2007

parça 18: VİRÜSLÜ BELLEK

- Senin karın konusunda tıkandım, Alper. Hayatımda ilk defa bir vaka konusunda bu kadar zorlanıyorum.

- Bi dakika, bi dakika yemin ederim anlayamıyorum ya. Nasıl olur? Sen bu konuda bir numarasın Ayşe.

- Bak, şöyle anlatmaya çalışayım; karının durumu artık 'çoklu kişilik bozukluğu' dediğimiz durumu da aşmış halde. Tedavisinde şimdiye kadar üstesinden geldiğimiz daha doğrusu tanımlayabildiğimiz kişi sayısı 15. Bunların kimisi belki de çocukluğundan beri onunla beraberdi, kimisi de sadece 1 aydır. Normal hayatını yaşarken hayat akışında karşılaştığı bir insanın bir hareketinden, bir cümlesinden etkilenip onu alıp içselleştiriyor.

Sağlıklı bir insan bunu sadece taklit aşamasına kadar getirir. Ne bileyim bir sözcükse bu tepki anında söylenen mesela, olay anında tepki olarak onu söyleyerek taklit eder. Sonra bu, çok kullandığı bir sözcük haline gelir ya da bir süre sonra unutur gider.

Senin eşinde durum farklı. Karın, örnek olarak aldığı insanın çok özel bir lafını ya da hareketini değil o kişiyi kopyalıyor tamamen. Onun gibi yaşamaya, davranmaya başlıyor. Bu insanı çok iyi tanımasa bile kafasındaki boşlukları kendisi doldurup yeni karakterini yaratıyor. Bunu sadece bir eğlence için bile yapabiliyor bazen. Sadece yaratma içgüdüsünü tatmin etmek için. Mesleği oyunculuk olduğu için de bunu şimdiye kadar çok ustaca gizleyebilmiş.

Üstüne üstlük bu kişiliklerin sayısı azalmaya başlayınca yani ortalık tenhalaşınca hemen yenilerini üretiveriyor. Altında, yalnız kalmaktan ve kendi hayatını yaşamaktan, kendi olmaktan korkma var. Bunu istem dışı yapıyor. Virüslü bir bilgisayar gibi. İstem dışı kişilik çoğaltıyor. Önüne geçemiyoruz.

Bu karakterlerin hepsinde ayrı ayrı hikâyeler var. Hangi olayların gerçek olduğunu bulamadığım için travmanın kaynağına da ulaşamıyorum. Gerçek hikâyeye yaklaştığımı hissederken önüme hemen yeni bir karakter ya da olay çıkarıveriyor.

Alper, elleri cebinde önüne bakarak yürürken, yaklaşık 3 saat önce yaptığı ona şaka gibi gelen bu konuşmayı kafasında her cümleyi tekrar tekrar döndürerek sindirmeye çalışıyordu.

Boşlukta yürüyormuş gibi geliyordu. Havanın sıcaklığı sıfırın altında olmasına rağmen ne soğuğu ne de sıcağı hissedemiyordu.
Şoka girmek dedikleri bu olsa gerek diye düşündü. Şu an ve biraz önce konuştukları ona gerçekmiş gibi gelmiyordu. Beyni ısrarla bunu düşünmeyi reddediyordu. Düşüncelerini toparlayamıyordu. Bir Ayşe'nin bir cümlesini hatırlıyor, ikincide ise ofiste yapmayı unuttuğu bir iş aklına geliveriyordu.

Durdu, derin bir nefes aldı ve Evet dedi, Kesinlikle şoktayım. Ben de tırlatmazsam iyidir.