26 Şubat 2007

parça 21: AŞKIN KADINDAN SEYRİ

Bazı çiftler görüyorum etrafımda Candan, evleneli minimum 10 küsur sene olmuş. Hatta bazıları 60’ını devirmiş. Daha doğrusu kadınlar görüyorum ve bunların hepsinin hayatla ilgili yüklendiği sorumluluklar, sıfatlar var; yönetici olmak gibi, anne olmak gibi yetişkin-ciddi olmak gibi.

Hayatının akışında yer alan bu kadınların hepsini, sahip olduğu sıfatlarıyla özdeşleştiriyorsun kafanda; verdiği - vereceği tepkiler belli, konuşma tarzı, hatta ses tonu bile ayarlanmış, yılların ezberi olmuş.

Sonra bu yıllardır bildiğin kadınları bir de kocalarının yanında görüyorsun ve ezberin şaşıveriyor. O ciddi, yönetici kadın ya da anneler bir anda tüm bu kıyafetlerinden sıyrılıp on sekizlik cilveli kadınlara dönüşüveriyorlar. Yanakları hafif al, elini kolunu nereye koyacağını bilemez halde. Bir görsen, nasıl şımarıyor, nasıl cilve yapıyor eşine, ortam el verdiğince.

Bir kadının kocasına âşık olup olmadığını ben böyle anlıyorum işte. Saklayamıyor, maskeleyemiyor çünkü. Adam ona kendisini saç diplerinden tırnağına kadar kadın-tanrıça gibi hissettiriyor, bunu yüzünden öylece seyrediyorsun. Kadın bir anda gençleşiveriyor, yaşsız oluyor. Gençlik kremleriymiş, plastik-cerrahiymiş yalan diyiveriyorsun.

Ben de böyle bir aşk istiyorum işte Candan. Bunu gördükten sonra daha azına razı olamam.

parça 20:TESLİMİYET Mİ ?

( parça 19’un devamı)

Okuyorum Ülker Teyze. Dedim. "Ya öyle mi, hangi bölümde?" diye sordu, "Tiyatro" dedim kısaca. "Ne kadar güzel bir seçim. Böylece tek hayatla bir sürü değişik hayatlar ve ruh halleri yaşama şansın olacak demek. Ve üstelik bunu meslek olarak icra edip üzerine bir de para alacaksın." Diye yorumladı. Cevaplarıyla beni şaşırtmaya devam ediyordu. İlerideki mesleğim hakkında kelimesi kelimesine ben de böyle düşünüyordum çünkü. Babamın eski sevgilisi olmasa neredeyse sevecektim.

Ona olan bu kızgınlığım anneme olan haksızlıktan değildi. Kendimi bildim bileli babamın göz bebeği hep bendim. Annem ikinci sıradaydı. Aramızdaki diyaloga hiç karışmaz ve kıskanmaz uzaktan memnun, izlerdi sadece. Şimdi ise beni tahtımdan edenin ve aslında baştan beri esas kraliçenin o olduğunu öğrenmiştim. Yine de her şeye rağmen çok geçmeden ben de onu sevenler arasına katılacağımı hissediyor ve bu teslimiyete daha da sinirleniyordum.

Onunla karşılaşan herkesin kaçınılmaz sonuymuş bu. Ya çok severler ya da savaş açarlarmış ve her iki durum da bir ömür boyu sürermiş. Nefret eden neden nefret ettiğini de bilmezmiş ama ona ya hayran olurmuşsun ya da yenilmiş hissedermişsin yanında. Bir ortama girdiğinde o anda egemenlik kimin üzerindeyse bir şekilde teslim alır, kendini egemen kılarmış. Hiç konuşmasa bile yaparmış bunu, hareketleri ve zarafeti ile. "Pöh, babam da amma büyütüyor gözünde bu kadını" demiştim tüm bunları ilk duyduğumda. Fakat hakkını teslim etmek lazımdı. Gerçekten de hareketleri ve yaklaşımıyla karşısındakinde ona her şeyini anlatma ve paylaşma isteği uyandırıyordu.

"Kaçıncı sınıftasın?" diye devam etti. "Üç" dedim. Sonra bilmem neden, birden "Bir hafta önce bir dizide oynamak için bir hocamdan teklif aldım" deyiverdim. Bu samimiyetime şaşırmış ve sevinmiş, "Ya, ne yapacaksın peki bu konuda?" diye sordu. "Rol almayı çok istiyorum ama babam sıcak bakmıyor maalesef. Ben de onu ezmek istemiyorum. Hâlbuki eften püften piyasa dizisi olmayacak ki. Oyuncu kadrosu çok sağlam tiyatroculardan oluşuyor ama ben kim olduklarını bile sayamadan babam bir daha düşün istersen diye kestirip attı." Dedim bir nefeste ve durdum. Allah'ım niye anlatıyordum ki bunları? Kimdi ki karşımdaki? Ne umuyordum? Babamdan benim adıma izin almasını mı?

Ona anlatmamdaki tereddüdümü yüzümden hemen anladı. "Dediği gibi bir daha düşün o zaman sen de. Hem böylece onun tavsiyesini dinlemiş olursun. Kararın değişmezse de ona göre konuşursun." Dedi.

Sustuk yeniden. Ülker Teyze biten çayımı yenilerken kendimi ona hayran hayran bakıp "Hareketleri ne kadar da zarif. Çay seromonisindeki japon kadınlarına benziyor." diye düşünürken buldum. "Öf babamın etkisinde çok kaldım herhalde" diye geçirdim içimden.

Ama sen hiçbir şey anlatmıyorsun? Diye sorumu yineledim merak içinde. "Senin beni merak ettiğin kadar ben de seni merak ediyorum."

08 Şubat 2007

parça 19: LİMONLU KEK

( parça 15'in devamı)


Aslında ona gittiğimde bu öğrendiğim şok edici gerçeklerin yanında hayatımın en ağır, acı verici günlerini yaşıyordum. Ülker Teyze'nin gün ışığı dolu mutfağında yeni pişirdiği limonlu kekin servisini beklerken, diğer yaşadıklarım aklıma teğet geçer geçmez gözlerim doluverdi. Silkinip "Şimdi sırası değil" dedim içimden. Bunlardan sıyrılıp sohbeti başlatmak adına, "Senelerin nasıl geçti? Neler yaptın Ülker Teyze? Hayatını nelerle doldurdun? " Diye benden beklemeyeceği samimiyette ansızın sordum. Babam olsa " Hep yaptığını yapıp insanlara beklemedikleri ağırlıkta sorular sorarak onları zor durumda bırakıyorsun. Bu yüzden senin yanında maskelerini taşıyamıyorlar." derdi.

Ülker Teyze ise yapmak istediğimi görerek aynı şekilde karşılık verdi ve ezberimi bozan bir şekilde, "Önce sen anlat. Sen neler yapıyorsun? Nerede okudun? " Durdu, eğilip gözlerime baktı; "O kadar genceciksin ki.!" dedi. "Çalışıyor musun? "

Sorunun şaşkınlığından ben de onun gözlerine baktım, gözlerinin en içine. Babamın anlattıklarının hepsi gerçekten de orada duruyordu. Bunların üzerine bakışlarına, hayattan istediğini alamayan ama tevekkülle bunu atlatmaya çalışan insanların taşıdığı bilgelik eklenmişti. Öyle acı çekerek edinirler ki bunu, siz onların karşısına bir problemle geldiğinizde neredeyse konuşmanıza gerek kalmaz. Gözlerinize bakarak acınızın ölçüsünü alıverirler, kırk yıllık terziler gibi.

İşte bu yüzden "Sen anlat." Demişti Ülker teyze. Gözlerimi ve beni anlayıvermişti. Uyku gibi acı akıyordu gözlerimden.