31 Ocak 2006

görüş: BABA - OĞUL

Nasıl ana- kız ilişkisi için 'anasına bak kızını al' ise, oğul-baba arasındaki ilişki de aynen öyle. Evlenmeden önce mutlaka babayı kontrol etmek lazım. İstisnalar hariç, erkeğin en kendine bir şey katamamışı babasının kopyası oluyor çünkü. Karbon kopya gibi.

25 Ocak 2006

diyaloglar - YOK OLUŞ

erkek: - Beni hiç sevmiyorsun ama zerre kadar önemli değil çünkü ben de kimseyi sevmiyorum artık. Anamı, babamı, kimi getirsen önüme fark etmez. Tüm dünyamda kime ne kadar sevgi verdiysem hepsinden alıp sana verdim, öylesi sevdim seni. Allah belanı versin.

kadın: - ......

parça 6: TUTKU

Onu dinlerken, ilk defa birine o istemese bile kölesi olacak kadar tutkuyla bağlanmanın ne olduğunu hissetti ve hiç hoşuna gitmedi. Asla olmamalıydı bu. Şimdiye kadar yaşadığı ilişkilerde hiç istenmediği ya da terk edildiği olmamıştı. Ölüm sayardı bunu. Ölürdü çünkü gerçekten de. Gururu onun için her şeyiydi, ruhuydu. Giderse, geriye hiçbir şeyi kalmazdı. Kafasını, kaldırım taşlarıyla beraber yoğurduğu düşüncelerinden kaldırdı, onun gözlerine baktı ve pıt diye düşüverdi içine. Sonra onun da aynı korkuyla yandığını gördü düştüğü yerde. O da "Beni bırakırsa yaşayamam, ölürüm" diyordu. Bocaladı, çırpındı, sendeledi ve daha fazla dayanamayarak tüm ağırlığıyla gururunu onun derin gözlerinden içeri, aşağıya bırakıverdi.

hayatıma yön veren öğütler: NEFRET

"Kimseden nefret etme bir tanem ve bunlar yüzünden hayata küsme. Çok ağır bir yük bu. İntikam almaya falan da çalışma. Bu enerjini, her zaman onlardan daha iyi olmak için kendini geliştirmeye harca. Bir süre sonra onlar senin onlardan daha iyi olduğunu anladıkça seninle tekrar arkadaş olmak isteyecektir. Unutma ki kimse isteyerek kötü olmaz. Bu yüzden senin canını bilerek ya da bilmeyerek kim acıtırsa onunla arana mesafe bırak ve senin canını acıtamayacak mesafeye gelene kadar da ondan sessizce uzaklaş ama nefret etme. Böylece zaman geçip de o hatasını anlarsa ve sen onu kaybetmek istemediğine karar verirsen aradaki mesafeyi azaltabilirsin. Yok, eğer onun sana zarar verdiğine kesin karar verirsen sessiz kayıtsızlığın ve mesafenle onu sana zarar veremeyecek hale getirir ardından yine o anlamadan hayatından çıkarırsın. Böylece o bunu fark edip sana geri gelmek ya da daha çok zarar vermek için harekete geçene kadar sen mesafeyi çoktan aşılmaz hale getirmiş olursun ama bunu yaparken ona kötülük yapmadığın için de onun elinde sana karşı kullanabileceği bir silah olamaz."

annem: 1992/ilkbahar

parça 4 : AĞAÇ


İlk o zaman olmuştu. Adadaki o ıssız korulukta. Bankta sevgilisiyle otururken, bir anda korudaki ağaçlardan biri oluverdiği ve seneler öncesine gömdüğü bu garip anıya, belleğindeki tüm ayrıntılarıyla geri döndü.

Sevgilisiyle sevgili olmanın gerekliliklerinden olan o abuk subuk ve boş konuşmalardan birini yapıyorlardı. Sevgilisi kendi elleriyle yaptığı şımartılmışlığıyla ve tüm kibriyle bilmiş bilmiş konuşurken bir süre ona ve söylediklerine dikkatini vermeye çalıştı. Derken hemen önünde duran uzun kavağa takıldı gözü. Görebildiği her noktasına baktı ağacın. Baktı, baktı, bakarken bir anda sevgilisinin anlamsız konuşmalarını duymaz oldu ve zaman duruverdi. Derin bir nefes çekti ve "oh" dedi. Nefesini çekerken ağaç da onu içine doğru çekti sanki. Köklerini, yapraklarını, gözenekleriyle suyu çekişini ve suyun içindeki ilerleyişini ve rüzgârı tüm benliğiyle hissetti. Sonra o duran zaman büyük bir hızla ivmelenerek geriye gitmeye başladı; kış, sonbahar, yaz, ilkbahar... Seneler... Asırlar. Gördükleri inanılmazdı. Derken zaman birden tam tersine döndü. Yaprakları sararıyor, dökülüyor, yerine yenileri çıkıyor, gövdesi kalınlaşıyor, banka insanlar geliyor, gidiyor, kuşlar, adadaki sahipsiz atlar, herkes gelip gidiyor, bir o kalıyordu, diğer ağaçlarla birlikte. O ise gittikçe kalınlaşan gövdesi içinde, telaşsız, her ağacın kendisine özgü olan melodisi ve ritmiyle salınıyordu. O kadar huzurluydu ki.
Sonra bir anda girdiği hızla geri dönerek ağacı bırakıp, etten ve kemikten olan bedenine geri döndü. Ansızın bitivermişti. Sevgilisine baktı büyük bir hayretle. Hiçbir şey anlamamıştı ve hala konuşuyordu. Anlatsa inanmazdı. İnansa bile onunla olayın heyecanını ve güzelliğini paylaşmak bir yana kendisini dinlemediği için üstüne bir de kızardı. Canı müthiş sıkıldı. Kafasını sertçe yukarı kaldırdı ve sevgilisinin sözünü keserek "Hadi gidelim." dedi.

(illustrated by Halime Keskin)

günce - AMELİYAT

Dün gece yağan karın cazibesine ve içimdeki huzursuzluğun yarattığı enerjiye daha fazla dayanamayarak gecenin 22.30?unda saten pijamalarımın paçalarını çizmemin içine öylesine tıkıştırıp atkı ve bere bile almadan dışarı çıktım. Önceleri sakin sakin yürüdüm. Sonra çocukluğumu hatırlayarak kimsenin bozmadığı kar birikintilerinin kimisinin tam ortasına zıplayıp kimisine tekmeler atarak onları bozma oyunu oynadım. Yapılıp ardından kafası koparılmak suretiyle zarar verilen bir kardan adamı tekrar hayata döndürdüm. En son nefes nefese kalıp durulduğumda annem düştü aklıma ansızın. ?Yarın, bu beyaz kışta, beyazlar giymiş doktorlar, beyaz plastikten eldivenleriyle onu kesip biçecekler. Kaburgalarını kesip o minik güzel kalbine ulaşacaklar. Sonra her bir odacığında babamın, ablamın, benim ve kardeşimin oturduğu bizi oradan geçici bir süreliğine çıkarıp odalar arası kapıları yenileyecekler. Tadilat bitince de bize alın bunu eski haline getirin diye geri verecekler.? Diye düşünürken evin önüne geldim. Omuzlarım iyice düşmüş yürürken üzülerek çocukluğumdan kalan kar ile ilgili tek ortak noktanın eve girdiğimde yüzümün ve açıkta kalan her yerimin alev gibi yakması olduğunu fark ettim.

24 Ocak 2006

parça 3 - İLK ROL

İlk rolü yok denecek kadar azdı. Sahnenin ortasına kadar geliyor, ona bir şey soruyorlar ve o da üstü hüzünle örtülü bir bakış fırlatıyordu. Endişeyle, kendi kendisine mırıldandı;
- Üstü hüzünle örtülü bir bakış.
- Nasıl atılır ki bu?
Habib soruyu duymuş ve hemen yanına seğirtmişti. Gülümseyerek,
- Çalışmak mı lazım? Diye sordu. Ardından,
- Hiç gerek yok. Bak, onun gözlerine, epeydir var, her şeye ve herkese karşı. Diye ekledi.
- Gerçekten de öyleydi. Bana göre hep öyleydi, onu Habib kadar eski tanımadığım için. Geldiğimde öyle buldum onu. O yüzdendir, hikâyesini hala bilmem. Sonraları, yıllar geçip bir bir yaşadıktan sonraları, o hüznün ve üstünü örttüklerinin ne olduğunu tek tek anlıyorsun ve buna da yaşanmışlık diyorlar.

17 Ocak 2006

sevdiklerim: FİKRET OTYAM

kişiler: BABAM

Babamı anlayabilmek ve onunla gerçekten arkadaş olabilmek için onun benim büyümemi beklemesi gerekti. Her yaşta arkadaş olabileceğim ve çocukken benim seviyeme inip tüm sorumluluklarımı paylaşan bir babaya sahip olma lüksüne erişemedim. Yani aslında çoğunluk Türk çocuklarının sahip olduğu bir babaydı benimkisi büyürken. Ama bizde olay büyüdükten sonra başladı. Onun aslında hepimizden daha da çocuk olduğunu kavrayıp her daim canının oyun arkadaşı istediğini keşfetmemle beraber ilişkimiz şimdiki keyfine erişti. Arada genel olarak ömrün gidişatına göre zaman zaman büyümek zorunda kalıp üzülsek de mecbur olmadıkça yapmıyoruz bunu. Tabi benim bu Nirvana seviyesi diyebileceğim anlayış çerçevesini kurmam ve genişletmem epey bir sancılı oldu. Benim erkek çocuğu olmadığımı anlayana kadar ki geçen sürede ufak tefek olanlar hariç (bir kere eşek sudan gelinceye kadar dayak yemem) hemen hemen problemsiz geçti ilişkimiz. Hatta ikimizin de keyifle anlattığı, geceleri herkesi yatırıp ikimizin aynı tekli koltuğa sığışıp buz pateni yarışmalarını ya da olimpiyat oyunlarını seyretme ritüellerimiz bu dönemlere rastlar. Ama ben büyüyüp de cins ayrımımın farkına varınca, hele hele bir de utanmadan mini eteklere, bikinilere özenip akşam dışarı çıkma istemelerine başlayınca arızalar da baş göstermeye başladı tabi.

önemli anlar - 1

yarın Michael Graves ve şürekasıyla toplantım var ve üç gün boyunca da sürecek. Çok heyecanlıyım.

06 Ocak 2006

parça 2 - MUCİZE

- Yaaaa vallahi bu sefer ki farklı Amca yaaa. Neden inanmıyorsun, gerçekten âşık oldum. O kadar tatlı ki.
- İyi de yavrum gülüm, tabi bir öncekinden farklı olur bundan doğal ne var, adı üstünde en sonuncusu bu, bir öncekilerle aynı olamaz ki.
- Aman ya, neden böyle söyleyip hevesimi kaçırıyorsun ki, bir daha da sana gelip anlatırsam.
- Ne var be yavrum ya, sonra günler geçtikçe seni üzüyorlar, benim de onları üzesim, böyle Yadigar'ı kaşıdığım gibi kaşıyasım geliyor fena halde. Benim tek derdim tasam bu. (Derin bir nefes alıp kaşağıyı diğer eline alarak) Peki, söyle bakalım nesi farklı senin için?
- Bana hiç kimsenin daha önce bakmadığı gibi bakıyor.
- Nasılmış bakalım o bakış?
- Sanki gözlerine inanamıyormuş gibi, sanki dünyanın yedi harikasından biriymişim, ya da gerçekleşeceğine inanmadığı ama karşısında öylece duran bir mucizeymişim gibi.
- Bak seeeen. Bunları o mu söyledi sana?
- Hayır işte, güzel yanı da o ya zaten, böyle hissettiriyor bana.
- Bak bu gerçekten güzelmiş işte. Ya bundan bir önceki sana nasıl bakıyordu?
- Islak köpek bakışı derdim ben ona, isteyip de bir türlü alamadığı bir oyuncağa bakar gibi ağlamaklı bakardı bana. İçten içe sinir olurdum ama kırılmasın diye de söyleyemezdim.
- Peki, sen ona nasıl bakıyormuşsun hiç söyledi mi?
- Tarif etmedi ama daha önce kimse ona öyle bakmamış. Çok güzel bakıyormuşum.
- Yadigâr huysuzlandı biraz, ben yapayım mı belki sakinleşir.
- Yok, havalar ısındı ya mevsimi geldi, çiftleşmek istiyor zilli, huysuzluğu ondan. Bakma sen.

dize - İNTİHAR

Yine intiharımın eşiğine geldik.
Her gün buradan geçerken ben, ruhumu bu uçurumdan aşağı atıp öyle gidiyorum eve.
Bir çuval gibi,
Bir çöp gibi,
Bağıra bağıra atlıyor her seferinde.
Ve ertesi güne tekrar doğuyor.
( ilk yazılış tarihi: 06 / 08 / 2005 )

04 Ocak 2006

parça 1 : KISKANÇLIK

'Bak, şimdi söyleyeceklerime kızmak yok. Sen çok zeki, aynı derecede çekici, insanları kültürünle etkilemeyi becerebilen birisin ve ileride çok çok yükselme şansın var ama;
Şu kıskançlığın tüm o zekâ pırıltılarını bir anda yok edip sığlaştırabiliyor seni ve o anda bu zehirlenmiş halinle, yaptıklarınla, kendini aptal durumuna düşürüyorsun. İşte bu yüzden, belki de sırf bu yüzden, hiçbir zaman istediğin yere gelemeyeceksin tam olarak. O kıskandığın, yerinde olmak istediğin insanların sahip olduklarını ele geçirmeyi istemek yerine kendi değerlerini yaratmalısın. Bu tavrın senin gençliğinden de kaynaklanmıyor maalesef. Bazı kötülükler yaşsızdır, ezelden beri cehennem dolabında kapalı durmaktadırlar ve insanlar da ezelden beri onları oradan alıp kullanıp tekrar yerlerine koyarlar. Maalesef ölümlü oldukları için hiç biri sonsuza kadar kullanamaz. Bu nedenle döneceği yer cehennemdir bu kötülüklerin? İyisi mi sen bir an önce vazgeç istersen bu kullanımlardan ve tek derdi kendi olan biri ol, yoksa sonsuza kadar kaybedersin, öldükten sonra bile.'

Dedi ve kurduğu bu cümlelere kendisi bile inanamadı. Bundan sonra yapabileceği tek şey, bulunduğu ortamı terk ederken herkesin içinde rezil ettiği kişiyi ve içinde rezil edilen herkesi arkasında bırakmak ve onlara sırtını dönmenin ne kadar da yanlış ama gerekli olduğunu bilerek gitmekti.

(ilk yazılış tarihi: 07/06/2005)

diyaloglar - EVLİLİK OYUNU

- erkek: Aaaa bunları vermeyi unuttuk yine. Ayıp oluyor çocuğa, hiç sevmem ben. Yarın unutmayalım.

- kadın ( erkeğin bencilce, ben sevmem kimse yapmasın diyen cümlesine kızarak..): Unutma o zaman.

- erkek: Ne demek unutma. Unutmayalım dedim.

- kadın: Unutmayacak olsam bugün unutmazdım. Madem sevmeyen sensin sen unutma.

- erkek: Bu mu cevap yani? Ben biz diyorum sen ben diyorsun. Peki aşkım unutmayalım, denir, tamam hatırlamaya çalışırım denir..

- kadın ( sinir bozucu soğukluğunu koruyarak, geçmişte erkeğin ona böyle şeylere karşılık söylediği cümleyi hafızasından çıkarıp söyler): Ben hep senin istediğin cevapları vermek zorunda mıyım?

- erkek: Ben senin istediğin cevapları vermediğim zaman hatırlatırım sana bunu.

- kadın ( sıkılmış ve yenilmişlikle): Ben o cevapları aramamayı öğrendim artık.
Son beş dakikadır boşuna konuşuyoruz. Ne gerek var bu kadar uzatmaya bu konuyu?

- erkek: Hayat boş zaten ona bakarsan.

- kadın: Evet, özellikle seninleyken.

- erkek: Ne dedin sen?

- kadın: Boşver.

dize - UKTE

Ankara!
İçimde ukte kalan şehir..
En güzel yeri İstanbul'a dönüşü deseler de
Boşver sen İstanbul'u.

O sevilmesi kaçınılmaz, her zaman al benisi olan şık şıkırdak kızlar gibi.
Sen ise sendeki tılsımı ve iç huzuru sadece bakanın gördüğü,
İlk anda fark edilmeyen,
Ama tattıkça, tanıdıkça, vazgeçilmez olan bir aşksın benim için.
Ağzımın tadıyla,
Gönlümün dolusunca yaşayamadığım,
Ve tüm böylesiler gibi bir parçamı öldürüp sana verdiğim,
O yüzden de sensiz eksik kaldığım şehirsin.

Bunu herkes böyle bilsin.

(ilk yazılış tarihi: 17/08/2005)