28 Aralık 2005

öykü - AİDİYETLİK PROJESİ

Sahiplenme güdüsü eksikti. Kendisini bir yere ya da bir kişiye ait ya da bir şey/kişi ona aitmiş gibi hissetmemişti hiçbir zaman.
Tabi ki sevdalandığı şehirler vardı ve de insanlar..En çok da yaşamak zorunda olduğu kentte nefes almak ve yaşadığını hissetmek için herkesten gizli gidip aşk tazelediği okuldaki hocalarının pek sevdiği deyimle; kent nişleri.
Fakat bu güdü eksikliği insanlarla kurduğu ilişkilerde problem yaratıyordu. Sevdiği insana karşı herhangi bir sorumluluk hissedemiyordu. Neden bir yere giderken haber versin ya da izin alsındı ki. Küçükken ona sadece onu Yaradan'ın sahip olduğu ve sadece ona ait olduğu söylenmişti. Garip bir şekilde başka birini daha asla kabul edemiyordu.
Acaba kendimi programlasam mı dedi içinden. Bir yer seçse ve de bir kişi, evet ben buraya ait olmak istiyorum ve bu kişiye dese... Sonra yavaş yavaş alıştırsa kendini. Olur muydu acaba? ? Hııı evet eminim olur! dedi ve aynı hızla vazgeçti. Sonra güldü tüm ağlanacak hallerine yaptığı gibi. İşte vazgeçilmiş bir proje daha dedi, "aidiyetlik projesi", ve yaptığı işe geri döndü.

kitap - 100 FIRÇA DARBESİ


Kitap bir zeka ürünü. Buna kimse karşı çıkamaz. Yazar burada kültürünü ( Yunan Mitolojisi), biriktirdiklerini ortaya koymuş. Tıpkı kitap kahramanı gibi insanları anlattıkları yoluyla irkilterek şaşırtmayı seviyor. Bu nedenledir ki gelenekselin dışına çıkamamışlar yükledikleri başka anlamlarla hikayeyi okumaya başlayıp devam edemeyecek, rahatsız olacaklardır. Her ilk kitabını yazan kadın yazar gibi sonunda gerçek hayatta nasıl sevilmek istiyorsa onu öyle seven bir erkek kahraman yaratıp kahramanın onu bulmasıyla hikaye mutlu sona eriyor.
Ama ne yazık ki bu küçüğe asla böyle bir şey olmadığını erkeklerin bir kadını tanımak, onu gerçekten tek amacı olarak belirlemek gibi bir gayeleri olmadığını söylemek lazım. Erkek her zaman onu çok sevecek bir kadın arar. Hikayenin kahramanı Melissa'nın istediği gibi birini tanıma amaçlı yaklaşmak ve sevmek yalnızca kadına özgüdür. Sanılanın aksine esas avcı kadındır ve her zaman avını sonuna kadar tanımak ister. Bu nedenledir ki gerçekten aşık olunca kadınlar kıskanç ve bencilce sadece sevilmek isteyen bir kediye, erkek ise saf, gözlerinden uysallık akan sadık bir köpeğe benzeyiverirler.

günce - YOL

Dönüş yolculuğum her zamanki gibi son dakika verdiğim kararla saat öğleden sonra iki arabasında 27 numaralı koltuğu boş bularak başladı. Ben böyle yaşamayı seviyorum sanırım; önceden alınmış kararların cenderesinde olmadan o an aklımdan geçeni ve istediğim şeyi yaparak..

Yanına oturduğum 20'li yaşlarda genç kız ile 5 yaşlarındaki kız çocuğu.. Bu yolculukta hafızamın ilk sıralarında yer alan, çok uzun zamandır çağırıp da hatırlamadığım anılarımı geri getirdiler bana. Küçük ağlıyordu. Dışarıda onlara el sallayan onun gibi ağladı ağlayacak olan annesine. Ablası şimdiye kadar çok nadir rastlama şansı bulduğum sakinleştirici sesiyle onu yatıştırmaya çalışıyordu. Küçük ayrılıkların en acısını yaşıyordu, annesini bırakıp diğer şehirde yaşayan babasına giderken..

Daha o yaşta bölünmenin ve özlemin ne demek olduğunu kalbi acıyarak öğreniyordu. "Çok çabucak döneceğiz değil mi ablacığım?" diye sordu içini çeke çeke. Ablası cevap vermedi. Ufaklık "Çok çabuk döneceğiz değil mi ablacığım"? diye yineledi sorusunu, cevap bulmanın telaşıyla ve sesinin titremesi artarak. Öyle çok şey vardı ki o ses titremesinde.. Abla ise bambaşka bir cevap vermeyi tercih etti ona, bir de yalana sığınıp güvensizlik duygusunu öğretmemek için herhalde. Belli ki dönüşü zor bir yolculuk olacaktı ve daha şimdiden kapanması çok zor bir gedik açılıyordu küçüğün kalbinde.

Kalbini, korkusunu, özlemini, her şeyini anımsayıverdim ve bir anda hemen hemen aynı yaşlardayken ağlaya ağlaya sırf çocuk yetiştirme egosunu tatmin etsin diye götürüldüğüm halama giderken buldum kendimi.... Gündüzleri trene binmek ve parka gitmek, akşamları da o zamanlar çok kıymetli olan ve Türkiye'de bulunmayan kakaolu süt tozundan bir yemek kaşığı yiyebilmek ödülleriyle avutulup, annemi özlemeyi suçluluk duyarak gözyaşları arasında halama itiraf ettiğim ve sonucunda asık bir surat ve tüm gece hiç konuşmama ile anlamsızca cezalandırıldığım günlerim kalbimde hiç yerinden oynamamış tıpkı bu küçükteki gibi bende de bir zamanlar açılmış olan gedikte öylece duruyordu.

Sonra hızla yine otobüse geri döndüm. Ona anlamasa da bu özlemlerin hiç bitmeyeceğini, büyüyünce de aynı hislerin bu sefer başka başka şekilde, bir erkek ya da ona kavuşamamak gibi türlü türlü kılıklarda tekrar karşısına çıkacağını bir an söyleyecektim ki vazgeçtim. Öğrenecekti nasıl olsa. Tıpkı şimdiki gibi canı acıya acıya.

Derin bir nefes aldım, son bir kez daha şükrettim büyüdüğüme ve onca şeyi yaşayıp bitirdiğime...

günce - YOL 2

Otobüs Düşün-cesi

Bir otobüs güncesine daha hoş geldiniz. Çok yolculuk yapanlarda vardır bu. Saatlere göre farklı düşünceler, hüzünler. Tabi mekan otobüs olunca, zaman da yol, günce demek yanlış oluyor. Düşün-ce demek mi doğru acaba? Düşünce değişimine göre tanımlarsak geçen zamanı çok da yanlış değil gibi, ne dersiniz?
Bu seferki dönüş yolu. Gelirken mesela ilginç olarak inek bolluğu vardı yollarda. Hıı, bildiğimiz inek. Ama çobanları yoktu o enteresan. Ya çoban kıtlığı ,vardı ya da ineklerimiz trenden ümidi kesip kendilerini yola vermişler. Tam üç farklı yerde birer ikişer saat arayla üç farklı inek sürüsü gördüm ve bunlardan ikisi bildiğimiz üst geçitten otoyolun karşısına geçmek suretiyle tek sıra halinde arz-ı endam ediyorlardı ki başlarında çoban yoktu vallahi. İlkinde aymadım, öyle baktım ben de onlara yadırgamayarak hemcinsleri gibi. İkincisinde "Allah Allah", üçüncüsünde "yok canım" dedim artık.

Doktor ve Arıza...

Ne kadar karizmatik bir meslek bu doktorluk kardeşim.
Otobüste biri arızalandı, hemen aranızda doktor var mı nidasına ellili yaşlarda bir bayan kendinden emin adımlarla yerinden kalkıp hastanın yanına gitti. Akabinde nabız kontrol, rutin sorular..vs.
Maalesef acil durum mesleği değil bizimkisi. Pardon aramızda mimar var mı arkadaşın ?evi? gelmiş de.
Netekim bu kısa mola ve arızalanan yolcu giderilmesinden sonra yolculuğumuza devam ediyoruz.

Yine...

Allah'ım yine yoldayım yine bilmem kaçıncı ben sayamadım içim kaldırmıyor siz sayın yolculuklarımdan birini yapmaktayım. Çok da severim aslında şööyle rahat otobüs yolculuklarını. İnsanın kendisiyle kaldığı ve ister istemez o anki hayatı ile ilgili kendine özet geçtiği keyifli zorunlu aralardır. Tabi kendisiyle kalmasını sevenlere. Çünkü ne kadar kitap, dergi, gazete okuma ya da film izleme gibi aktivitelere vermeye çalışsanız da kendinizi, yanınızdaki pencereden akan geçişlerle beraber sizin de beyninizdeki düşünce akışınız başlar ister istemez.
Bu yolculuk accayip keyifsiz olacak benim için çünkü güneş batmakta ve benim en büyük eğlencem cam kenarı manzaram gittikçe kararmakta. Sevmiyorum gece yolculuğunu. Görüntü bir yerden sonra aynı oluyor; 101. lamba, 102. lamba...vs?


Adına Muhalif Tez

Böyle tıngır mıngır yazdığıma bakmayın çok da keyifsizim aslında. Daha çok da sinirli. Akademik bölümler arası bir adet kıçıkırık A4 kağıda sahip çıkılamaması basiretsizliği nedeniyle yüksek lisans tezi zamanında teslim edilmemiş kişi muamelesi görmüş ve ne olacağı Cuma günü o A4 kağıda sahip çıkamayanları yöneten yönetim kurulunda belli olacak biriyim şu anda. Yine de sinirlenmezdim de bu olumsuzluğu A4 acizi kurumun format kaprisleri yüzünden tam üç kere tez cildi bozdurup tekrar tekrar yaptırma üzerine yaşayınca insan ister istemez bir hoş oluyor canım. Böyle nasıl desem kafayı sıyırıp olmadık şeyleri yapanlara pek içiniz ısınıveriyor. Yedi düvelini düvelleyesiniz falan gelebiliyor ihtiyaç olarak. O noktada sakinleşmek için işi şakaya vuruyorsunuz aksi takdirde bünye kaldırmıyor. Yanınızdakilerin aha şimdi gülerken bir anda ALLAAAAH diye duvara kafa atacak bakışlarına maruz kalıyorsunuz hafiften sizin ayarı kaçırdığınızı ve çok da haksız olmadığınızı düşünenler tarafından ama onlar da eğleniyorlar bir yandan. Çünkü siz en ağlanacak halinize gülerken onlara da eğlence çıkıyor.

Törpü ve İslam...

Vee hava karardı akşam oldu. Yine vee üzerine bir de sanırım diyerek beden başka sıkıntıdan tırnak törpüleyip sonra da büyük bir ciddiyetle İslam İlmihali okuyan bir yolcu daha yok. Okumak lazım kardeşim, kaçınız biliyor İslam gereklerine göre yaşam kuralları neymiş? Kuran da değil ki bu abdest alıp merasimle açalım kapağını. Yani aslında otobüste ikinci arıza yolcu benim. Öbür teyze fena oldu zaten, biz de bıraktık ilk benzincide.

anı - İLAN-I AŞK

Dün hayatımın en güzel ilan- ı aşkını, şimdiden ileride harika olacağı belli olan bir erkekten aldım. Hani tüm kadınların hayalidir, erkek kalabalık bir grup içerisinde kimse onları tanımasa bile herkesin duyabileceği şekilde kadına "seni seviyorum" der. Aynen bu şekildeydi ve mest olma derecemi size anlatamam. Cümle tam olarak şuydu; Arkadaşlar bu Ebru. Ben onu çok seviyorum. O benim teyzem ve ben onun gülüyüm. Evet 2,5 yaşımdaki yeğenim değme erkeklere taş çıkartacak bir cesaretle herkese beni çok sevdiğini söyledi ve ardından sarılıp öptü bir de üstüne üstlük. Tabi yine tüm kadınların kesinlikle olacağı gibi dünyalar benim oldu. Bir erkek tarafından böylesi sevilmek....
Şimdi bu yazının devamında ne beklersiniz bilmem ama ne diğer erkeklere sitem ya da iğne gelmeyecek.. Ben sadece bunun müthiş bir şey olduğunu ve her hatırlandığında üzerinden kaç yıl geçerse geçsin yüzümde bir çift gülümseme olacağını söylemek istedim sadece. Erkek ya da dişi fark etmez, siz hiç böylesi sevildiniz mi?

(ilk yazılış tarihi: 19/09/05)

dize - BENCİLLİK

Yalnız başımın bencilliğindeyim,
Keyiflerdeyim.
Kendimin en kıskanç sevgilisiyim şu an.
Kimseyle hiçbir şeyi paylaşmak istemiyorum.
Çünkü bilemez kimse benim için denizin rengini, gülün kokusunu,
Ya da göremez benim gibi dünyayı bir gözden..

(ilk yazılış tarihi : 17/08/05)

deneme - HERKESİN KENDİ CEHENNEMİ

İnsanların mutsuzluktan dibe vurduğu anlarda, "aslında siz hem zengin hem başarılısınız....Azla yetinmeyi bilin" ya da "bak çevrende senden daha kötü neler var" avunmalarının anlamsızlığı daha da batar. Neye göre daha kötü ? Neyle ölçülür ki bu ? Kaybedilenle mi? Ya yoksa ortada kaybedilen.. Yoksa illa ki var mıdır? Çekilen ızdırab ise ölçülüp yarıştırılacak olan, işte orada esas değer çıkıyor sanırım..Mutsuzluk verdiği acının derecesine göre hissedilmez mi zaten..
Bu nedenle kimse kimsenin mutsuzluğunu küçümseyip "şuna bak halbuki ben neler çekiyorum" demesin...Herkes bu dünyada kendi yarattığı cennet ve cehennemlerde yaşıyor..Büyük ya da küçük, cehennem cehennemdir sonuçta. Tıpkı içinde varolduğu kabul edilen ateş gibi.. Ateşin azı da çoğu da aynı acıyı vermez mi..

(ilk yazılış tarihi : 05/07/05)

dize - YARIM...

Önce sen kanadın,
Ardından ben.
Çoktu acı, dayanılmazdı
Can bedenden çıkamadı.
Önce ben kanattım,
Sonra sen.
Bilemedik birbirimizi.
Yaşayamadan öldük sebepsiz.
Ve sonunda,
Önce sen gittin,
Ardından ben...

(ilk yazılış tarihi: 17/08/05 )

dize - İNTİHAR

Yine intiharımın eşiğine geldik.
Her gün buradan geçerken ben, ruhumu bu uçurumdan aşağı atıp öyle gidiyorum eve.
Bir çuval gibi,
Bir çöp gibi,
Bağıra bağıra atlıyor her seferinde.
Ve ertesi güne tekrar doğuyor.

(ilk yazılış tarihi : 06/08/05)

dize - ORTAÇAĞ KADINI

Sevgi emekçisi değilim ben.
Sevmek çok zor gerçekten, sürekli açık yaralarla dolaşmak gibi
Çok acı veriyor,... her yıkımı daha da zor oluyordu.
O yüzden sevmeyi çok önceden bıraktım.

(ilk yazılış tarihi: 27/08/05...10.22)

dize - HÜZÜN ve AĞUSTOS BÖCEĞİ...

Ben sonbaharım,
Sen ise yaz.
Sonbaharın kışa en sevdalısı.
Hüznüm bile tüm yapraklarını dökmüş

Ben sonbaharım,
Sen ise yaz.
Ağustos böceğine saz çaldıranı hem de.
Hüznün bile yaz yağmuru gibi kısa,
Geldiği gibi damlalarla beraber akıp giden
Sonran,
Hep güneş..

(ilk yazılış tarihi: 24/09/05)

günce - UĞUR BÖCEĞİ KADAR ŞİRİN BİR BÖCEK VAR MI?

Bu uğur böceği zaafım ne zaman ve nerede başladı hiç hatırlamıyorum ama biraz önce yavru bir tanesinin yolunu şaşırıp üstüme konmasıyla o an dünyanın en mutlu insanı edecek kadar beni ya da bu aralar geçirdiğim zor dönemde kendisini benim yardım meleğim sandıracak kadar kendisini etkisi altındayım. Öyle ki dayanamayıp benimle beraber ders çalışması için kütüphaneye getirdim onu. Şu anda defterin en üstünde, başına ne geldiğinin anlamazlığı içinde hareketsiz durmakta. O kadar küçük ki ancak 6 mm boyunda. Üstünde sadece 2 tane benek sığabilmiş henüz. Çoook küçüük buuu! Benim gibi.

Hala mekanla kurduğum ilişkilerde en duyumsadığım ve kanıksadığım anların yalnız başımın bencilliği olduğu anlarda hemfikiriz. O yüzdendir ki şu an oturduğum eve halen alışamamış durumdayım. Oturup dertleşemedik ki daha! Bana anlatamadı kendini. Oysa bugün sabahtan beri ODTÜ'nün içinde neredeyse her ağaçla, rengiyle, kokusuyla sohbet halindeyim. Hepsinden zerre zerre huzur topladım. Nedir beni burada bu kadar çeken bilmiyorum. Herkes yaşadığım şehre methiyeler düzerken ben buranın ruhuyum herhalde.

Neyse uğur böceği de uçtu gitti sola doğru. Dışarı çıkacağını sandı camdan ama nafile. Unutmayayım da çıkarayım giderken..

(ilk yazılış tarihi:18.04.05)

dize - ELİ BÖĞRÜNDE KALMAK...

Bitmemiş aşkları anlatır bu deyim..
Sonunun ne olduğu belirsiz,
Öyle ortada bırakılmış,
Terkedilmiş çocuklar gibi
Ve insanı eli böğründe bırakan...
Kalakalırsın öylece..
Hatta yıllarca..
Elini tam uzaklaştırmışken,
Gördüğün anda cayır cayır olursun yeniden.

(ilk yazılış tarihi:09/08/05...11.58)

öykü - RÜYA...

Ah benim delifişek kızım!

Yine sığamadın kabına değil mi? Yine dar geldi sana duvarlar, sınırlar. Bu bağlanmayı sen kendin istediğini belirttiğinde çok şaşırmıştım. Bana usul usul ama gözlerindeki ışığı kaybetmiş, özetle "artık bu düzenin bir parçası olmak istiyorum" dediğindeki o yenik, sıradanlaşmaya çalışan ama gözleri çağıl çağıl yardım isteyen halin hala gözümün önünde. O an aklıma seni ilk gördüğüm, altı yaşındaki bana çakmak çakmak, muzurluğun en tatlı haliyle bakan ama konuşup ayak üstü atım hakkında sohbet ettiğinde büyük bir adam ruhu taşıyan şaşırtıcı halin gelmişti. "Ah be kızım, ah be yavrum, bu karar böyle alınmaz ki! Şu söylediklerini aklın değil yüreğin de söylemeli. Madem gözünü kör edeceksin bu körlüğün onun ışığından kamaşarak olması lazım karanlıkta kalarak körelterek değil ki !" demek istemiştim sana. Keşke diyeymişim. Keşke herkes seni buna iterken ben elinden tutup çekip kenara Bak bir, bak gözüme bak, kendine sordun mu kendine? Bir tek kendine sormamışsın, kendin onaylamamışsın bunu. Çevrendekiler onaylamış, herkes çok seviyormuş sana ne, onlar mı koynuna alacak. Etme be kız, yapma be kız" deseymişim. Dinlemezsen dizime yatırıp dövmeliymişim seni. Zaten bu karara inançsızlığın bana bunu ayak üstü söylemenden, benim onayımı almak ama yorumumu duymak istemeyişinden belliydi.
Çevrendekiler....Onların hepsine de ayrı kızıyorum ya neyse. Nasıl anlamazlar seni bunca sene ben bilmiyorum ki. Senin normal olamayacağın, düzene uyamayacağın çünkü senin sıradan olmadığın daha o kısacık saçları derede oynamaktan sırıl sıklam olmuş afacan halinden belliydi. Sonra el birliği etmişçesine kendi doğrularını sana öğrettiler bir bir. Öğrettiler öğrettiler de bunları yorumlarken eğer düzen dışı bir karar alacak olursan herkese karşı siper duracak kadar kendine güveni vermediler ya, işte ben buna kızıyorum. Daha ergenlik döneminde annen sen çocukluğunun verdiği cahillikle bir takım şeyleri kör topal yaşarken bunları öğrenip seni cezalandırabileceği en kötü şekilde yaraladı, onaysızlığı ve sevgiden mahrum etmesi ile. Ona da hem kızıyorum hem kızamıyorum ya neyse. Sanki gençliğinde kendi annesinden kaçıp bana geldiğinde onunla hiç konuşmamışım onu hiç uyarmamışım gibi. Şimdi önemli bir karar alacağın zaman herkesin onayını almak istemen neden zannediyorsun ki!
İlk o zaman anlamıştın dünyada yapayalnız kalmanın ne olduğunu. Daha araba kullanmaya yaşın bile tutmuyordu. Bu birdenbire büyütüvermişti seni apansız. Bir süre kendini suçlamış, kahrolmuş, buhranlar yaşamış, sadece annenle değil o itle de uğraşmak zorunda kalmış, ama asla asaletini yitirmeden o yüksek ruhunla bana şu yazıyı yazmıştın; "kimseden nefret etmiyorum, kimse isteyerek kötü olmuyor. Herkesin bir nedeni var kötü olmak için. İnsanlar su tanelerine benzer, toprağa da karışsa, çamura da bulaşsa özü sudur ve ne olursa olsun bir gün özünün berraklığına geri döner." Ağlatmıştın beni be kız, hem de zırıl zırıl. "ah !" demiştim, harcıyorlar kızı göz göre göre. Elalem ne der uğruna. Ama gariptir sen kendi yaralarının hepsini tek tek sarıp iyileştirmiştin zamanla ama maalesef hiç kaybolmadılar. Maharet onlarla beraber yaşamayı bilmekti, öğretilmeden, kanaya kanaya. Buldun ya onu da, bu da sana ikinci kez hayran oluşumdu benim.

Ah benim afacanım, kabına sığmayanım. Anlayan nasıl da anlıyor ilk bakışta senin ne olduğunu. İlk başta sana sahip olabilmenin sarhoşluğu ile neler neler diyorlar, neler yapıyorlar. Sen de hiç kaybetmediğin o çocuk yüreğinle hemen kanıveriyorsun be kızım. Erkekler böyledir maalesef, kendimden biliyorum. Sonra sana sahip olmaya alışıyorlar çabucacık. Sen de onlara kendilerini alâmetifarikalarmış gibi hissettirerek el veriyorsun, yardım ediyorsun onlara, ama anlamazlar ki aslında öyle değiller, senin ışığını yansıtan ay parçaları onların hepsi. Bana her âşık oluşunda gelişin hep aynı değil miydi, "bu sefer çok mutluyum, vallahi" ben de her seferinde adayı merak eder, görünce de anlardım neyin ne olduğunu. Üzgünüm benim adı gibi güneş kızım ama kendi güneşini bulamadın henüz. Senin ışığınla kör olmayacak, sen solduğunda ışığını seninle paylaşacak kişi değil o akşamları sardığın. Kötü de değil ama ay parçası işte ötesi yok.

Şimdi ne yaparsın, ne karar verirsin bilmiyorum ama Allah aşkına bir kere de içindeki o altı yaşının ruhunu dinle be çocuk. Biliyorum bana gelmeye cesaretin yok bu sefer çünkü sana o ayak üstü muhabbetinden kırgın olduğumu zannediyorsun. O yüzden yazdım bu mektubu sana. Belki öbür dünyadan bile olsa sana yetebileceğimi göstermek için. Senin beni bulmana hiçbir şey engel olamaz biliyorsun sonuçta madde hepi sonu. Gerçek arkadaşlar hiç darılmazlar be çocuk, ben de sana hiç darılmadım bir kere bile. Üzülmüştüm sadece. Hala kendinin farkına varamadın diye üzülmüştüm. İnan körkütük âşık olup, bana gelip "âşık olduğum için" diye gösterseydin sebebini hiç kızmazdım çünkü bu karar öyle verilir. Sen bakma o mantık kumkumalarına, korkak onların hepsi. Öyle "bir sonraki aşama bu, artık herkes sıkıştırıyor" falan safsataları değil. Neyse meleğim, birazdan uyanacaksın o yüzden bitirmem lazım. Bu okuduklarının hiçbir kelimesini unutmayacağına eminim çünkü sen yine o çok bilmiş çevrendekilerin sandığının aksine hiçbir detayı unutmazsın. O unutkanlıklar dalgınlıklar kafanda taa senelerdir halletmeyip bilinçaltına attığın dağınıklıklar yüzünden. Bir boşaltsan ve tek tek yerleştirsen, kullanmadığını da atsan onların, ne unutkanlık kalacak sende ne dağınıklık bunu sen de biliyorsun.

Sana tek diyeceğim biraz cesaret benim aklı kendinden fazla kızım, biraz cesaret. Kalbini dinle. O, sana hiçbir zaman ihanet etmedi biliyorsun. Cılız da çıksa artık sesi, senelerdir onu duymadığındandır. Sessiz bir yere git ve onun ne dediğini anla.
Tamam mı? anlaştık mı?

dize - BOŞLUK

Derinlerde,
Çok derinlerde,
İri bir taş büyüklüğünde,
Bir boşluk var.
O kadar eski ve dipteki,
Kimin önce yerleşip sonra boşalttığını bilmiyorum

öykü - OKYANUS...

Küçük balık, Okyanus'un hemen yanında yaşıyordu. Tıpkı diğerleri gibi günlük yaşantısını sürdürüyor, geziyor, oynuyordu ama onu rahatsız eden bir şey vardı... Bir ses, içinden, içinin derinliklerinden gelen bir ses. "Sen buraya ait değilsin" diyordu. " Sen buraya ait değilsin." Ne zaman bu sesi duysa küçük kalbini korkuyla karışık bir merak kaplıyor, Okyanus'un derinliklerinden gelen ve gözünü alan ışığa bakarken buluyordu kendisini. Bazen o ışığa doğru bakarken hayallere dalıyor, rengini tam kestiremediği Okyanus'u hayal etmeye çalışıyordu. Acaba nasıldı? İçinde neler vardı? En çok da o ışık... Neden ona o kadar çekici geliyordu? Işığın kaynağı neydi?
Bir gün yine bu hayaller içinde yüzerken aniden geçitten geçerek Okyanus'a gitmeye karar verdi. Görmeliydi, mutlaka öğrenmeliydi rengini, içindeki sesin sebebini, aidiyetinin nerede olduğunu ve en çok da o parlaklığıyla onu davet eden ışığın kaynağını. Önce tereddütlü ve yavaş fakat gittikçe endişelerini geride bırakarak bir daha asla eskisi gibi olmayacak yeni bir hayata, ışığa doğru yüzmeye başladı. Büyülenmişçesine ışığa doğru hızlandı... Irmağın Okyanus'a döküldüğü yerden ona doğru geçti ve kendini bir anda koccaman yemyeşil bir dünyada buluverdi. Evet! Başarmıştı işte, Okyanus'taydı artık. Büyük bir şaşkınlık ve sevinçle, korkuyla değil çünkü korkmadığına emindi artık, çevresini incelemeye başladı. Ne kadar büyüktü burası ve öğrenecek ne kadar çok şeyi vardı. Derken hala ışığın onu çağırdığını fark etti. Tüm cevapları onda bulacağını bilerek kararlı ve hızlı, ışığa doğru yöneldi. Yaklaştıkça ışık daha da büyüyor, ışık büyüdükçe o daha da hızlanıyordu. Öyle kendinden geçti ki artık yorgunluğunu duymaz oldu. Yanındaki ırmakta yaşarken şimdi bir anda Okyanus'un derinliklerine, dibine gelivermişti. Son bir gayretle ışığa doğru hamle yaptı ve aniden sert bir 'şeye' çarptı. Geçirdiği kısa şokun ardından ne olduğunu anlamak için kafasını kaldırdı ve o 'şey'in ışığın kaynağı olduğunu anladı.
Bir aynaydı bu! Yavaşça ilerledi ve aynanın önünde durdu. İşte geliş sebebi karşısında duruyordu. Bakışlarını aynaya doğru kaldırdı ve tam o anda içindeki tanıdık ses karşıdan "Evine hoş geldin." dedi.
Balık, önce çevresini saran ve huzur veren o güzel kopkoyu yeşilliğe sonra da aynadaki eşine baktı...ve ölene kadar yeni evinde yaşamaya karar verdi...

(ilk yazılış tarihi: Haziran 2001)

06 Aralık 2005

deneme - TASARIM ve PAZARLAMA MİMARİSİ

Sanılanın aksine mimarlık bina tasarlamak değil tasarladığı binayı hiç değişikliğe uğratmadan mal sahibine kabul ettirebilmektir. Mimarın başarısı ve ne kadar mimar olduğu yani kendine olan güveni, mesleğine olan aşkı ve yaptığı binaya olan inancının değeri o anda ortaya çıkar. O noktadan sonra mimarlık sanat değil pazarlamadır aslında, ürününü, kendi doğrularını belki de seninle hiçbir ortak noktası olmayan başkasına pazarlayabilmek...