14 Eylül 2006

Sevdiklerim: Pentagram / SONSUZLUK


Sanırsın dağlarda yol olmaz.
Usanırsın kalbinde güç kalmaz.
Uzanırsın, yarın olmaz.

Zor günlerin ardında huzur olmaz ki.
Her zaman umutlar yön bulmaz.
Yarın olsa da
Beklenen gün olmaz.

Sözlerim gerçektir, yüreğim kardeştir her zaman.
Umudum sonsuzdur, uğraşım bitmez hiç bir zaman.
Geliyor geçiyor hayat, dönüyor durmuyor dünya.

Sanırsın yalnızlık tek dostun.
Aldanırsın.
Kaçmakla bitmiyor hiç bir zaman yalnızlığın.

Sözlerim gerçektir, yüreğim kardeştir her zaman.
Umudum sonsuzdur, uğraşım bitmez hiç bir zaman.
Geliyor geçiyor hayat, dönüyor durmuyor dünya.

ümitsiz günler için...

13 Eylül 2006

parça 16: SIRANI BEKLE


"Eee anlat bakalım, ben ölünce ne yapacaksın?" diye sordu Zeliş, hafif alaycı ama meraklı gözlerle. Sanki ben gidince ne yapacaksın der gibi basitçe kuruvermişti cümlesini.

"Bilmem. Daha düşünmedim." diye cevapladı Nahit.

"Elini çabuk tut, soracaklarını sor. Sonra tüh keşke şunu da sorsaydım diye oturup ağlama." dedi Zeliş bu sefer gülerek.

Zeliş'in günlerinin sayılı olduğunu öğrendikleri ilk günden itibaren ölümü tabulaştırmadan konuşmuş, her şeyi planlamışlardı; miras, şimdi oturdukları ev kalacak mı? At çiftliği ile kim ilgilenecek? Onlardan satın almak isteyen müteahhit firmaya satacaklar mı?
Hastalığın son dönemecine girdiklerinde ise artık birbirlerine sorulmamış sorulara ve söylenmemiş sözlere gelmişti sıra.

Nahit gözlerini kıstı, Zeliş'inin elini sıkıca tutup dikkatlice gözlerine bakarak; "Ben de geleyim mi seninle? Buralarda çok sıkılacağım sensiz." diye sordu.

Zeliş o hınzır espirili yüz ifadesini takınarak,
"Allah aşkına be adam bir kere de gittiğim yere gelme." dedi.
"Sıranı bekle".

parça 10'a ithafen.

06 Eylül 2006

Can Yücel'den

Bugünlerde herkes gitmek istiyor.
Küçük bir sahil kasabasına,bir başka ülkeye, dağlara, uzaklara...
Hayatından memnun olan yok.
Kiminle konuşsam aynı şey...
Herşeyi, herkesi bırakıp gitme isteği.
Öyle "yanına almak istediği üç şey" falan yok.
Bir kendisi.
Bu yeter zaten.
Herşeyi, herkesi götürdün demektir.
Keşke kendini bırakıp gidebilse insan.
Ama olmuyor.
Hadi kendimize razıyız diyelim, öteki de olmuyor.
Yani herşeyi yüzüstü bırakmak göze alınamıyor.
Böyle gidiyor işte.
Bir yanımız "kalk gidelim", öbür yanımız "otur" diyor.
"Otur" diyen kazanıyor.
O yan kalabalık zira.
İş, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile,güvende olma duygusu...
En kötüsü alışkanlık.
Alışkanlığın verdiği rahatlık, monotonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor.
Kalıyoruz.
Kuş olup uçmak isterken ağaç olup kök salıyoruz.
Evlenmeler...
Bir çocuk daha doğurmalar...
Borçlara girmeler...
İşi büyütmeler...
Bir köpek bile bizi uçmaktan alıkoyabiliyor.
Misal, ben...
Kapıdaki Rex'i bırakıp gidemiyorum.
Değil bu şehirden gitmek, iki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki.. .
Bütün sokağın köpeği olduğunun farkında.
Herkes onu, o herkesi seviyor.
Hangi birimizle gitsin?
"Sırtında yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardır ; evet, sırtımızda yumurta küfesi var hepimizin.
Kendi imalatımız küfeler.
Ama eğreti de yaşanmaz ki bu dünyada.
Ölüm var zira.
Ölüme inat tutunmak lazım.
İnadına kök salmak lazım.
Bari ufak kaçışlar yapabilsek.
Var tabii yapanlar.
Ama az.
Sadece kaymak tabakası.
Hepimiz kaçabilsek... Bütçe, zaman, keyif... Denk olsa.
Gün içinde mesela... Küçücük gitmeler yapabilsek.
Ne mümkün.
Sabah 09.00, akşam 18.00.
Sonra başka mecburiyetler.
Sıkışıp kaldık.
Sırf yeme, içme, barınmanın bedeli bu kadar ağır olmamalı.
Hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz.
Bir ömür karşılığı bir ömür yani.
Ne saçma.
Bahar mıdır bizi bu hale getiren?
Galiba.
Ben her bahar aşık olmam amaher bahar gitmek isterim.
Gittiğim olmadı hiç.
Ama olsun... İstemek de güzel.

01 Eylül 2006

burada yayınlanan öykülerin gerçek hayatla hiçbir ilgisi yoktur, daha önce yaşanmamıştır.

parça 15: ÖMÜRLÜK KADIN

Karşımda 60'lı yaşlara merdiven dayamış, yaşının olgunluğunu inkâr etmeyecek kadar makyajını yapmış ve muhtemelen de her yaşta güzel olmasını bilen bir kadın vardı. Babamın söylediği gibi muhteşem ve aynı zamanda insanın içini ısıtan gülümsemesi ile "Hoş geldin. İçeri gelsene" diyerek beni evine buyur etti.
Babamla arkadaşlıkları 30 sene evveline dayanıyordu. O zamanlar babam, saçının dökülmesi nedeniyle yakışıklılığının son günlerini, 30'lu yaşlarının ise ilk günlerini yaşıyormuş. Ülker Teyze'nin ise garip bir çarpıcılığı varmış. İnsanın başını döndürecek kadar güzel değilmiş belki ama bakanın garip bir şekilde takılırmış gözleri. Konuşmaya başladığının 5. dakikasında da insanın tüm ömrü boyunca yanında olmasını isteyeceği bir varlığa dönüşürmüş. Bir prenses zarifliği ve kalbi varmış Ülker Teyze'nin. Yok, gerçek olamaz canım bu kadarı da dermiş insan tanıdıkça. Tek değilmiş de böyle düşünen. Babam ona ilk görüşte vurulmuş, elde edene kadar da bir hayli uğraşmış. Hiçbir zaman anneme söylemediği güzel sözlerle, centilmen hareketlerle kısa zamanda da aklını başından alıp kendine âşık etmiş Ülker Teyze'yi. İlk zamanlar rüya gibiymiş tam anlamıyla. Konuşmadan anlaşırlarmış. Babama kimsenin ona bakmadığı gibi bakarmış, sonrasında da öyle bakan olmamış zaten, annem dâhil. Söylermiş de babam ona çok güzel baktığını. "Bir ömür boyu böyle bakabilirim sana" dermiş o da. Bir cümlesi ya da sabah sesini duyması yetermiş babamın kendisini iyi hissetmesine.

Gel zaman git zaman, babam Ülker Teyze'nin varlığına, ilgisine alışmış. İşlere ve günlük hayata dalmış, onunla ilgilenmez olmuş. Karşısında sıradan bir insan değil bir prensesin olduğunu unutmuş. Anlamaya çalışmış Ülker Teyze babamı. Sormuş, ilgilenmiyorsun diye naz yapmış. Babam anlamaz, bir de azarlarmış bana gereksiz kapris yapma, zaten iş stresli diye. Ülker Teyze dayanmış bir süre. Başlarda tanıştığı günü üzerindeki kazağına varana kadar hatırlayan ve en ince ayrıntısına kadar onun tüm hayatını bilmek isteyen babam, Ülker Teyze'nin doğum gününü unutuvermiş. Tüm gün babamın hediyesini ya da en azından tebrik mesajını beklemiş. Ertesi gün sitem dolu bir not göndermiş babama. Babam kuru kuru özür dilemiş. O bile yetmiş Ülker teyzeye. "Özledim buluşalım" dermiş, babam, "işlerimin yoğunluğunu biliyorsun" dermiş. Bir gün buluşmak için sözleşmişler. Ülker Teyze sevinçli gitmiş beklemeye başlamış. Belki bir aydır doğru dürüst görüşmüyorlarmış. Akşamüstü beş olarak sözleşmişler. Ülker Teyze saat tam dokuza kadar onu beklemiş. Gitmemiş babam. Ülker Teyze çok korkmuş bir şey oldu babama diye. Aramış iş yerinden. Hala işteymiş babam. "Çıkamadım" demiş. Orada bir sitem etmiş Ülker Teyze.
Babam bunlarla da kalmamış o aralar başka kızlarla da görüşüyormuş. Bir tanesiyle mektuplaşıyormuş. Çok merak etmişler birbirlerini. "Buluşalım" demiş kız. Babam hemen tamam demiş. Buluşmaya gitmiş kızla. Döndüğünde Ülker Teyze'den her zaman sevgi dolu notlar yolladığı defterden bir not bulmuş yine. Öbür kızla buluşmuş ve sevişmiş olmanın verdiği doymuşluk ve kayıtsızlıkla açmış notu. "Beni bir daha arama. Bana bir daha mektup gönderme. Ne ölüme ne ölüne." Diyormuş notta. Önce gözlerine inanamamış babam, bir daha bir daha okumuş. İlk başlarda başkaları da olduğu için fazla eksikliğini hissetmemiş babam. Ama günler geçtikçe daha da kötü olmuş. Ölü bir ağaç gibi ne yediğinden, ne içtiğinden, yattığından, uyuduğundan hiçbir şeyden zevk almaz olmuş. Deli gibi mektuplar yazmaya başlamış Ülker Teyze'ye. Telefonlar açmış, sesini anladığı anda kapatmış Ülker Teyze. Babam devam etmiş mektuplara. Allah var, hala çok güzel yazar babam. Nuh dememiş Ülker Teyze. Bir gün sadece "seni çok özledim" diye yazan bir mektup göndermiş babam. Birkaç gün sonra cevap gelmiş. Gözlerine inanamamış. Elleri titreyerek açmış zarfı, mektupta;

"Ben de seni çok özledim. Öyle ki, yanından geçemezsin. Ama sen o treni kaçırdın. Mükemmel olabilme ihtimali olan bir ömür ihtimalini mahvettin. Ne olur böyle, ne kadar acı çekeriz karşılıklı bilmiyorum. Gerçi sen acı çekiyor musun onu bile bilmiyorum. Hatta inanmıyorum sana. Sana olan tüm inancım, hayranlığım, beslediğim güzel duygular, gitti. Sadece eskiye olan bir özlem kaldı içimde. Bir de çok büyük bir yara, ne zaman kapanacağını bilmediğim. Ama kapanacak. Başka çaresi yok bu işin. Hiçbir şey imkânsız değil. Sızlar mı? Sızlar tabi arada, ona yapacak bir şey yok. Üzerine yeni hayatlar kurulur mu? Kurulur elbet niye kurulmasın ama o ihtimal kadar mükemmel olur mu bilinmez.
Yani durum bundan ibaret. Olaylar buraya geldiğine göre hayırlısı buymuş diyelim ki faturası kimseye kesilmesin." diye yazmış Ülker Teyze.

Babam yaşlar içinde bitirmiş mektubu. Sabaha kadar ağlamış. O gün anlamış onu sonsuza kadar kaybettiğini. Ama olmamış yine. Babam yapamamış onsuz. Ömürlük bir kadınmış çünkü. En dosttan daha dost, en bilgeden daha bilge. Babamın konuşmadan anlaştığı, kalbini gerçekten bilen tek kişi. İnsanın hayatında olmazsa olmaz dediklerinden. "Hiç olmazsa dost olalım" diye yalvarmış, bir kere birlikte olduğun insandan dost most olmaz diyen babam. "Her şey için çok özür dilerim hiç çıkma hayatımdan." Demiş. Şaşırtıcı bir şekilde, tüm prensesliğiyle ve zarafetiyle kabul etmiş Ülker Teyze babamın bu teklifini. Ama hep tek taraflı olmuş bu dostluk. Babam anlatmış, o dinlemiş. Babam yardım istemiş, o etmiş. Bir kere bile en ufak bir yardım istememiş babamdan ya da şu derdim var çok sıkıldım dememiş. Babamı böyle cezalandırmış. Babamın hayatında var olarak ama babamı kendi hayatına hiçbir zaman dâhil etmeyerek. Babam çok sonra fark etmiş Ülker Teyze'nin o kızla yazıştığı mektubu bulup onunla buluştuğunu gördüğünü, tam da ona işten çalışmaktan vaktim yok dediği zamanlar. Yani ona rağmen dostu olmuşmuş Ülker Teyze. Babam bunu anlayınca daha da ezilmiş onun büyüklüğü karşısında. Ona olan aşkını hiç yitirmemiş. Her geçen gün daha büyümüş gözünde Ülker Teyze. Yıllarla beraber harika bir kraliçeye dönüşmüş, güzel, olgun, sakin ve vakur. Tam yedi sene yasını tutmuş babam sonra da annemle evlenmiş. Anneme hiç anlatmamış aralarındaki dostluğun neler üzerine kurulduğunu. Ama kadın kalbi hiç seker mi, annem aralarındaki müthiş bağı anlamış. Anlamış anlamasına ama bir gün de sesini çıkarmamış. Bulduğunda böyleymiş babam çünkü. Ne diyebilir ki.

Yani tıpkı Ülker Teyze'nin son notundaki gibi olmuş her şey. Başka hayatlar kurmuşlar babam da, Ülker Teyze de. Mutlu günleri de olmuş ama dediği gibi mükemmel olmamış, birbirini tamamlamamış hiçbir zaman. Ben doğduktan sonra yüz yüze görüşmeyi istememiş Ülker Teyze babamla. Sadece telefonla konuşmuşlar yıllar yıllar boyu. Babam bilmemiş Ülker Teyze ne yapıyor, çocuğu var mı yok mu? Sadece her aradığında karşısında bulmuş Ülker Teyze'yi. Bazen telefona bir çocuk, bazen bir adam çıkmış ama öyle konuşulmamış bir anlaşma varmış ki aralarında, o meraklı babam hiç soramamış ona "kocan kim, kaç çocuğun var" diye. Sadece "Nasılsın?" diye sorabilmiş. O da "Şükür" diye cevaplamış hep.

Bir gün, hem de öylesi sıradan özelliği olmayan bir gün, babam bana geldi ve bir bir bunların hepsini anlattı. Sonra da beni ona gönderdi, ben tam babamla tanıştığı yaşa gelince.