23 Ocak 2009

SEÇİM


"Söyle bakalım." dedi Peri.
"Yanında kendini evindeymiş gibi hissettiğin birini mi istersin?"
"Seni daha iyi insan yapan birini mi?"
"Ne kadar çatışırsan çatış aranızdaki tutkunun hiç bitmediği birini mi?"
"Yoksa, yanında kendin gibi olabildiğin birini mi?"
"İyi düşün." dedi Peri.
"Yalnızca birini seçebilirsin ancak."
"O yüzden, iyi düşün."

19 Temmuz 2008

diyaloglar - PSİKOLOG ile SORU İŞARETLİ PEJMÜRDE


Bu sefer karşısında kafasının karışıklığı saçlarına yansımış, düşünürken kafasını ovuşturmaktan saçları da darmadağın olmuş, yüzünde kocaman bir soru işareti ile oturan, kaybettiği birşeyi bulmak ister gibi sürekli sağa sola bakınan bir genç vardı. Ruhuyla beraber herşeyi de dağılmış bu pejmürdeyi toparlayıp görüşmeye başlamak adına, psikolog hafifçe boğazını temizler gibi yapar yapmaz genç nefes bile almadan konuşmaya başladı:

- Şu yaşıma geldim hala bulamadım ne aradığımı. Hatta daha sorumu bile soramadım. Sadece kafamda kocaman bir soru işareti, ait olduğu soruyu arıyorum. Üstelik bu arayışımla ilgili dermansızlığımın da köpek gibi farkındayım.
Ama işte umut fakirin ekmeği, ya olur da bulursam diye büyük küçük demeden her insanı kaldırıp bakıyorum altına..
Bazı insanlar da kendi arayışlarının cevabı olarak beni görüyorlar ya ona hepten şaşırıyor sonra da haylice kızıyorum. Onlara ben hala bu kadar cevapsızken beni kendi sorularını cevaplamaya mecbur kıldıkları, kendime de kendi sorularıma cevap aramayı bırakıp onların cevaplarına baktığım için...
Ama işte çok fena biliyorum bir yandan da. Bu benim için sanki benden iki-üç alt sınıfta okuyanların sınav sorularını cevaplamak gibi. Yaşının benden büyük olması, kadın ya da erkek olması da sorularının zorluk derecesinde fark yaratmıyor. Kendim dışında diğerlerinin soruları bir kalem oynatmalık benim için. Baktığım gibi görüyorum. Akıllı olanı da benim baktım mı gördüğümü görüyor. E bundan gayrı ne ister ki insan. Kendisi arayıp bulmak yerine biri ona ayna olmuş göremediği ona yansıtıyor.
Bakıp bakıp cevapları ayıklıyorlar benden. Bakıp bakıp cevaplıyorlar. Bakıp bakıp alıyorlar. İşin hamalı ben. Yorulan eden ben.
Bir de fenası bunu aşk zanneden kendi ışığından kör olanlar var. Onlar en narsistleri. Kendi yansımalarına aşık oluyorlar aslında. Aynayım ben onlar için fazlası değil. Cevap bulmaktan sıkıldım. Dayanamayıp cevabı söylemekten de.
Cevap olmaktan hele hepten sıkıldım. Bitmiyor da. Daha da sancılı, cevapsız bir hayat var önümde tükenesice.

O bunları anlatırken psikolog da her hareketini izliyordu. Genç transa geçmiş bir şekilde ileri geri gittikçe artan bir ivmeyle sallanarak anlatırken psikolog usulca yeni hastasının dosyasına başlığını attı: SORU İŞARETLİ PEJMÜRDE

07 Mart 2008

Bazı zaman çevremdekileri müsamereye "büyük" rolü oynamaya çıkmış çocuklar gibi görüyorum.

YAZI ATÖLYESİNDEN...

Ondan ayrıldığım akşam, hayatımın en büyük kumarını oynadığımı henüz bilmiyordum. Aslında yaşamım boyunca birçok kereler böylesi bir anın kıyısında dolaşmıştım. Zaman zaman bunun girdaplarına düştüğüm de oldu. Ama bu kez, şimdi, o an, daha önce hiç duymadığım korkunun sırtımdaki tüyleri ürperttiği o an, işte o an, büyük bir kumarın arifesinde olduğumu hissetmiştim. Şimdi içinde bulunduğum durumdan geriye dönüp o ana tekrar baktığımda, karar vermek için havaya fırlattığımın, pek çok yüzeyi olan kemik bir zar değil de kendi geçmiş ve geleceğimin olduğunu görebiliyorum.
Onu gözyaşları içinde öyle ağlamaklı, öyle bitmiş ama öyle zehir gibi güzel terk ederken, hemen sonrasında tenini bir başka tende söndürecek olmanın verdiği hayasızlıkla "Hiç de zor değilmiş" dedim kendime.
"Hiç de zor değilmiş"...Bir kaç kez yinelendiğimde sesimin bana yabancılaştığını, giderek bu fikrin ruhumu daralttığını hissettim. Ruhumun bunca sığ bir çığlık atması önceki tüm yaşanmışlıklarıma ihanet gibi geldi. "Asıl ihanet bu." dedi içimdeki ses. Bu sesle birlikte sanki uzun süredir tuttuğum soluğumu salıvermiş gibi rahatlayarak arabama bindim ve kontağı çevirip gaza var gücümle bastım.
Bu günü ve günün bu saatini özellikle seçmiştim. Herkesin haftayı kapatıp, kazancın rolünü tüketmeye devrettiği bu cuma akşamında, kendisini daha yalnız hissetsin diye.

08 Şubat 2008

şiir : ÜÇLEME

"Yaşamın kendisidir ölümü icad eden"
dedi ve gitti Azrail.
Anladığım günden beri
Ölmeye çalışıyorum.

"Daha fazla kalamam, benim sıram geliyor"
dedi ve gitti İsrafil.
Titrerken bacaklarım,
Secdelere kapandım.

"Bende aynı oyundayım. Benim Rolüm daha ağır"
dedi ve çöktü Şeytan.
Secde ederken önümde,
Saçlarını okşadım.

08 Ekim 2007

Çoook yavaş geçiyor zaman çoook...

10 Mayıs 2007

21-23 NİSAN 2007 YALOVA TATİLİ

Varılan Keyifler

  • Açık havada balık yeme
  • Baba kucağına yatarak TV izleme ve uyuma
  • Annenin öpücükleri ile yatağa yatırılma ve yine uykuya dalma
  • Sabah erken kalkıp yatakta kitap okuma
  • Babanın senin için aldığı ekmeklerle yapılan, annenin hazırladığı mükellef kahvaltı
  • Bisiklete binme
  • Deniz kıyısına bisikletle giderek çıplak ayakla kumsal-deniz arası yürüme
  • Sonrasında kuma oturarak tüm sıcaklığını hissetme
  • Ellerinle kumda şekiller çizme, kumu hissederek denizin sesini dinleme
  • Bir kayığa yaslanıp kumun ve güneşin sıcaklığının keyfini çıkarma
  • Bir babanın kızına nasıl uçurtma uçurulacağını öğretmesini ve aralarındaki bağı izleme
  • Anne ve baba ile dağ evi ziyareti
  • Büyük hala ziyareti, hoş sohbet ve keşkek yemeği tatma
  • Haladaki kanaryanın müthiş ötüşü
  • Eskiye ait okul defterleri, kıyafetleri, Bilim Teknik dergilerini görüp yüzde kocaman bir gülümseme ile geçmişi anma
  • Müthiş İzmit körfezi manzarasını izleme
  • Araba ile çevre köy turları, doğa güzelliklerini görme
  • Babanın yazlarını geçirdiği eski aile çiftliği yerini ve hikayesini görme&dinleme
  • Akşam yemeğinde annenin yaptığı nefis dolmadan yeme
  • Alışveriş yapma
  • Pazar yeri gezme, baharda yeni çıkan meyve ve sebzeleri koklama
  • Kuzen-yenge ziyareti, hoş sohbet, özlem giderme
  • Gacık'taki arsanın güzelliğini görme ve şaşırma
  • Akşam yemeğinde mangal keyfi ve balkonda yemek yerken güneş batırma
  • Sonrasında çok keyifli baba sohbeti ve gece manzarası, güzel şarkılarla beraber şarkılara babayla beraber eşlik etme

Yapılan Nazlar

  • Babaya yenilecek balığı ayıklatma
  • Akşamın 20.30 unda babanın arkadaşının kapatılmış dükkanını açtırma ve işlem yaptırtma
  • Bisiklet binebilmek için anneye komşuya telefon ettirip komşunun oğlunun bisikletini istettirme
  • Bisikletle gezerken, anneye " şunu isterim, şunu isterim şunu şunu da isterim" diye akşam yenecek yemek siparişi verme
  • Babaya sırf ben seviyorum diye Yalova'ya gönderip sevdiğim ekmeklerden aldırtma
  • Anneye pazartesi işe giderken takmak için takı yaptırtma
  • Üşüyorum diye evde kalorifer yaktırtıp havayı tropikal iklim koşullarına getirme

Edilen Kayıplar

  • Cep telefonu
  • Ehliyet

04 Mayıs 2007

parça 22: YA SEVMEYİ YA SEVİLMEYİ SEÇERSİN

Yanılıyorsun, İdil. Ben hiçbir zaman kendimi ezilen zavallı konumunda düşünmedim. Aksine, tüm hayatımdan, aşkımdan büyük keyif aldım her zaman. Yaşadığım üzüntüler normal bir aşığın yaşadıklarını geçmedi ağırlığınca.
Nasıl anlatsam sana, bu tamamıyla bir seçim. Ya sevmeyi ya da sevilmeyi seçersin. Ben ilkini seçtim ve bu bence kesinlikle daha mutlu bir sonuç getirdi. Düşünsene, en azından baban gibi "keşke" lerim olmadı, pişmanlığım, hiç olmadı. Bilerek yaptım seçimimi. Bir hayal kırıklığı sonrası ikinci bir planı yaşamak olmadı hayatım.
Ben "her şeye rağmen" diyerek babanı sevmeyi seçtim. Beni başlarda sevmediğini bilerek. Ama koşulsuz sevince ve kendine inanınca tüm dünya senin istediğini vermeye odaklanıyor ya da sen beklentilerini sıfıra indirdiğin için her artı değer seni sonsuz mutlu ediyor. Babanın ilk beni kıskandığı zamanı hatırlıyorum. Ne kadar hoşuma gittiğini anlatamam. Ne kadar sevindiğimi. Bu, beni sahiplenmeye ve istemeye başladığını gösteriyordu çünkü.
Sonra bana ilk "seni seviyorum" deyişini. Eminim Ülker’den çok daha mutlu olmuş ve keyif almışımdır çünkü onu duymak için emek verdim ben. Beklenmedik bir anda, karşılığında hiçbir şey yapmadan bu cümleyi duyan birinden çok daha mutlu olmuşumdur. Çünkü ben bu sözü uzun süre bekledim.

Nasıl bilmem, nasıl anlamam ki benden önce yaşananları, baban kırık bir ayna gibi dolaşırken? İlk gözlerine baktığımda anladım tabi ama garip, bu babanı sevmemi engellemedi, ona olan sevgimi de azaltmadı. Neden diye çok defa sordum kendime ve cevabım kesindi; "çünkü öyle" idi.
Böyle olmalıdır cevap tam da. Aşkını açıklayamamalısın, en azından özünü, yani niye olduğunu. Sevdiğinle ilgili olumlu yönler, ne bileyim mesela yardımsever olması, art niyet taşımaması gibi değerler aşkını ve ona olan hayranlığını pekiştirmeli tabi ama çatkısını bunlar oluşturmamalı. Sevdiğinin olumsuzlukları ne olursa olsun özünden alıp eksiltmemeli. Kalbin gördüğün anda ya da çok geçmeden ona akıvermeli geri dönüşü olmamacasına.
Bir insan, şöyle iyi böyle harika diyerek, yani sebep gösterilerek sevilmez. Asıl pişmanlık bu noktada başlar. Ne yani, ondan daha yardımsever ondan "daha" olan birini bulunca terk edip öbürüne mi gideceksin?

Aşk öyle olmalı ki mesela on tane adam olsa karşında ve bunlardan bir tanesi baban olsa, diğerleri de ondan daha nitelikli adamlar olsa ben yine de babanı seçerim tereddütsüz. Nedenini sorarsan da "işte" derim sadece.

Yani demek istediğim, ne olursa olsun onu seçmelisin ve sebebini de açıklayamamalı ama kalbinde bilmelisin. Sadece kelimelerle ifadesi olamamalı o kadar, ama bilmelisin.

Esas kayıp, hayatın boyunca "gerçekten sevdim" diyememektir. Ömrün boyunca yanında olacak eşin için. Çünkü bu gerçekten çok büyük bir kayıp. Bunu benim gibi sevmeyi seçenler anlar. Tüm olay bu, seçmek. İnsan seçimleriyle yaşar güzel kızım unutma. Ben, pişman olmamayı seçtim. Gerçekten sevince de pişman olmazsın hiç. O yüzden benim için sakın üzülme ve bana oradan mavi ipliğimi ver bakalım, mine çiçekleriyle bezemeye karar verdim örtüyü.